Sarmaşık Sokak’dan girdiğinizde köşede iki katlı tarihi, cumbalı tipik bir OsmanlI evi vardı.
Bu ev mahallenin Necati Dede’sinin evi idi. Penceresinin önü sarmaşıklardan gözükmezdi, karşısındaki sur manzarasıyla mahallenin en güzel eviydi belki de. Orada doğup büyüyen 80’ine merdiven dayayan Necati Dede ak saçlarıyla ömrünün sonuna kadar mücadele etti evini kurtarmak için.
Ama olmadı... Necati Amca çabalarının üçüncü yılında aramızdan ayrıldı. Hatta hiç unutmam belediyenin UNESCO heyetini mahalleye getirdiği bir gün, o da bastonunu alarak heyete derdini anlatmak için geldi. Bir belediye çalışanının onu UNESCO heyetinden uzaklaştırmaya çalışması, itmesi Necati Dede’yi öyle sinirlendirdi ki olanca gücünü toplayarak yumruğunu salladı ve o sarsıntıyla kendisini yerde buldu. Oysa Necati Dede mahallede karıncayı incitmezdi. Bu olaydan nerdeyse birkaç ay sonra evi ile birlikte o da Sulukule’ye vedalaştı.
Sarmaşık Sokak’tan hemen içeri girdiğinizde sokağın tam orta kısmında bir kahvehane vardı. Kahvehanenin adı ‘Şükrü’nün Kahvesi’ olarak bilinirdi. Yedi yıl önce gittiğimde oraya, sarmaşıklarla dolu bir avludan geçmiştim kahvehaneye ulaşmak için. Duvardaki bir fotoğraf dikkatimi çekmişti; kaytan bıyıklı eli tesbihli bir adam; kahvehane sahibi Şükrü’nün babasının siyah beyaz bir fotoğrafıydı. Baba da aynı kahvehanede bu fotoğrafı çektirmişti. Bu kahvehane sonra Sulukule Roman Derneği’nin yeri ve sonra da Çocuk Atölyesi olmuştu. Şimdi ise üzerine lüks bir konut dikilmiş durumda. Kahvehanede beş yıl içerisinde neler mi oldu; keşke şimdi şu konutun altındaki toprak bir dillense de olanları anlatsa sizlere. Sulukule Roman Orkestrası orada doğdu. Darbuka, klarnet, keman sesleri çocukların çığlığı ile birbirine karıştı. Kemancı Ali Amca’nın parmaklan arasında çınlayan keman sesi bütün seslerin üzerine çıktı.
Bir gün bir buldozer gelip bütün bu sesleri de, Türkan Şoray’ın genç kızken yaşadığı Sarmaşık Sokak’taki evi de tarihe karıştırdı. Sarmaşık Sokağın ortasında Şükrü’nün kahvehanesinin karşında Sulukule’deki Keçeci Piri Cami’nin müezzini Hüseyin Amca’nın evi vardı. Hüseyin Amca camide ezanım okur sonra kışta kıyamette hem ayağındaki lastik ayakkabısına hem de başına naylon geçirir, sırtına siyah torbasını yükler tişört ve gömlek satmaya giderdi başka semtlere. 65 yaşındaki Hüseyin Amca’mn da evi yok artık. İşte tam da onun evinin yanında Küçük Çeşme Sokak vardı.
Sokağın içinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ilköğretimden arkadaşı olduğunu söyleyen Asım Hallaç’ın bakkalı vardı. Bu bakkal ki mahallenin nice yoksul ailelerini veresiye doyurdu. O bakkalın arkasındaki bahçe de kendisi ve mahalleliyle birlikte yaptığımız toplantılar da, çocukların veresiye aldıkları şekerler, gazozlar da geçmişe karıştı.
Küçükçeşme Sokağın başındaki tarihi çeşmenin yanında yalnız yaşayan, kendisi de aslında bilgisi ve görgüsüyle tarih olan Hamza ağabey, evi yıkıldıktan sonra günlerce farelerin kol gezdiği sokakta yatıp kalktı. Sokaktaki yaşlı kadınlar, hepsi hepsi bir lokma bir hırkayla, doğdukları, büyüdükleri, evlendikleri, çocuk sahibi oldukları yerden sessizce gittiler. Küçükçeşme’nin arkası Zuhuri Sokak’tı, sokağın maskotu beş yaşındaki Nazar annesi ve kardeşiyle sokağın köşesindeki evde yaşardı. Nazar anneannesinin yanında henüz kentsel dönüşümüm ulaşamadığı bir evde yaşıyor şimdilik.
Mahallenin en kıpır kıpır çocuğu Nazar’ın yüzünü evleri yıkıldığında enkazdan para edecek demirleri çıkarırken görmeliydiniz; tam 20 yaş yaşlanmıştı sanki. Nazar şimdi mahallede çalışan gönüllü ablaları sayesinde okullu oldu.
Sulukule’de şimdi lüks konutlar var ama bu evlerde ne Nazar ve ailesi, ne Hüseyin amca, ne Hamza ağabey, ne de Gülsüm teyze oturuyor.
Sulukule’de daha önce hiç yaşamayan ve şimdi milyonlara varan fiyatlarla ölçülen yeni lüks konutların sahipleri artık hızla zenginleşen yeni yatırımcılar.
Hem biliyor musunuz, Gülsüm teyze’nin ‘köşkü’nü onun deyimiyle yıktı ya ‘devlet’, köşkünün yerine de içinde kimin oturduğunu bilmediği bir lüks konut yaptı ya; şimdi Gülsüm teyzenin yüreği evinin yerine yapılan lüks konutu görmeye dayanamıyor.