Almanya'daki Türk vatandaşları üzerinden göç olgusunu anlattığı üç sinema filmi ile çeşitli ödüller kazanmış olan yönetmen Tevfik Başer ile Türkiye-Almanya hattında bir senarist ve yönetmen olarak, geçmiş ve günümüz sineması üzerine 40 metrekareden de küçük bir odadan Kapıkule'nin dışına açılan bir röportaj gerçekleştirdik:
Türkiye'den Almanya'ya yaşanan işçi göçünün sosyolojik sonuçlarını filmlerinizde görmek mümkün. O dönemlerden bugüne toplumsal olarak nasıl bir değişim yaşandığını düşünüyorsunuz?
Hiçbir değişim yaşandığını zannetmiyorum. Filmlerim birinci jenerasyonu yahut ikinci jenerasyonu konu alıyordu. Onlar aynı düşüncede kaldılar. Onların çocuklarındaki değişimi Fatih Akın gibi Almanya'da yaşayan Türk gençlerimizin filmlerinde görüyoruz.
40 Metrekare Almanya filminde eve kilitlenmiş bir hayat görüyoruz. O dönem Türk vatandaşı göçmenler için Almanya ''kilitli bir odaydı" diyebilir miyiz?
Bir kişinin hikayesi anlatıldığı için genelleyemeyiz. Film, büyükşehir görmeden büyükşehre gitmiş insanların dramı. Almanya'nın ne kadar dışında kalırlarsa o kadar kendi kültürlerini koruyacaklarına inanan bir kesimden bahsediyoruz. O yüzden her toplum gittiği yerde kendi kültürünü kurmak için bir gettolaşmanın içine girer.
Bizim için Berlin'de Kreuzberg'te, Hamburg'ta, Altona'da olduğu gibi.
Filmlerinizde Yaman Okay, Zuhal Olcay, Müşfik Kenter gibi güçlü oyuncular dikkat çekiyor. Karakterlerinizin yaratım sürecini oluştururken oyuncu seçiminde dikkat ettikleriniz nelerdir?
Kasta uygun oyuncu seçmeye çalışıyorum. Birinci filmde Türkiye'den bir tiyatro oyuncusu getirmiştim. Ancak oyunundan tatmin olmadığım için yerine Özay Fecht'i bulmuştum. Filmlerini bildiğim için Zuhal Olcay'da hiç zorlanmadım. Bilinen bir oyuncu olduğu için Müşfik (Kenter) Abi için de aynı şey geçerlidir. Zaten Müşfik Abi'nin anne tarafından bir İngilizce eğitimi vardır. Hem yabancı bir ülkedeki çekimlerde İngilizce bilmesi işimize yaradığı için hem de çok iyi bir oyuncu olduğu için onu tercih ettim.
Filmlerinizin senaryosu ile kullandığınız mekan ve çekim teknikleri arasında nasıl bir bağlam kuruyorsunuz?
Üç filmi de izole edilmiş mekanlarda çektim. 40 Metrekare Almanya'da kamera evin dışına çıkmıyor. Yanlış Cennete Veda'da hapishane izole edilmiş bir yer. Kamera yine biraz içeride ve dışarıda. Elveda Yabancı bir adada geçiyor. O adada da bir iç ve dış var. Orası da sularla çevrildiği için karadan izole olmuş durumda. Bu adada insanların yaşam alanlarının daralmasını anlatmak için med-cezir kullanıldı. Yani suların yükselmesi ve bu insanların yaşam alanlarının yok olması sembolize edildi.
Filmleriniz günümüz festivallerinde halen gösteriliyor. Birçok ödül almış olan filmlerinizden sonra film çekmeyi neden bıraktınız?
Film çekmeyi bırakmadım. Ben çekmek istediğim filmleri yapamadığım için film çekemedim. Artık göç filmleri değil başka filmler de yapmak istedim. Onlara da para bulamadım. İki üç tane deneme yaptım, yine para bulamayınca başka işler yapmaya başladım.
Bu aşamada akademisyenliğe nasıl karar verdiniz?
Film yapamayınca size gelen bir teklif varsa gidiyorsunuz o okulda ders vermeye başlıyorsunuz. 1991 senesinde Stuttgart'taki film akademisi Baden Wurtenberg'de ders vermeye başladım. Oradan buraya kadar geldi. Ama o arada Almanya'ya göç olayını anlatan Dilekler Zamanı filminin senaryosunu yazdım. Bu senaryo Almanya'nın en önemli TV ödüllerinde birincilik aldı.
Senaristin hikayeyi yazarken inandırıcı olması için atması gereken adımlar hakkındaki önerileriniz nelerdir?
Senarist hikayesinin ne kadar inandırıcı olduğunu hikayesi çekildikten sonra görür. Ancak diyalogların ve filmin inandırıcı olup olmadığı tabii ki yönetmenin ne kadar inandırıcı çektiğine, nasıl bir kast olduğuna ve diyalogların kulağa yaşayan diyaloglar mı yoksa ağaçtan kesilmiş diyaloglar olarak mı geldiğine göre değişir. Bunları ancak film çıktığı zaman görürsünüz, o zaman da geç olur.
Sizce Oscar, Golden Globe, Sundance Film Festivalleri gibi ödül törenleri filmleri derecelendirme konusunda ne kadar doğru kriterler oluyor?
Söylemiş olduğunuz üç isim de Amerikan sinemasının kendi filmlerine "körlerle sağırlar birbirini ağırlar" muhabbetine koydukları ödüllerdir. Onun bizimle hiçbir alakası yok. İngilizce konuşmayanlarla Amerika'yı bir yerde ayırmak lazım. Bence Cannes, Berlin ve Venedik Film Festivalleri dünyanın en önemli 3 büyük festivalidir. Bu festivaller dünya sineması için Oscar'dan daha önemlidir. Artık o kadar çok festival var ki takip bile edemiyorsunuz. Türkiye'de bunların içinde en önemlileri Antalya ve Adana Film Festivalleri'dir. Bunlar Türk filmlerine büyük ağırlık vermişlerdir. !f ve İstanbul Film Festivali de daha çok uluslararası olmasına karşın Türk filmlerine az da olsa yer vermektedir.
Geçmişten günümüze ilerleyen sinema teknikleri ve teknolojisi ile birlikte bu kadar yatırım yapılmasına rağmen sizce neden günümüz Türk sinemasında aynı oranda daha yapıcı ve sanatsal filmler yapılmıyor?
Daha çekilmesin de ne olsun? Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali'nde 5 kere ödül aldı. Demek ki Kapıkule'nin dışına çıkan filmler yapılabiliyormuş. Sayıca az tabii ki de; ama bundan evvel Türkiye'yi temsil eden Yılmaz Güney vardı. Erden Kıral'ın Hakkari'de Bir Mevsim ve Bereketli Topraklar Üzerinde filmleri Avrupa'da festivallerde gösterilmiş, tanınan filmlerdir. Bir dönem araya boşluk girdi; ama ondan sonra yeni Türk sinemasında Nuri Bilge Ceylan'ın başı çektiği sinemacıları başarılı buluyorum. Kapıkule'nin dışına çıkmakta zorluklar var; ama bu da aşılacaktır. Dijital teknolojide artık film yapmak eskisi kadar zor olmadığından Türk sineması için hala bir umut var.
Günümüzde artan tanıtım araçları ve yeni medya ile birlikte sizce yönetmenlerin izleyici kitlesine ulaşması daha mı kolay hale geldi?
Sinema zor iş. Çünkü sinema birtakım büyük güçlerin elinde olan bir şey. Amerikalılar bir sürü ülkede sinemaları kendi filmleri için kapattıklarından Almanya'da bir müddet Alman filmcileri kendi filmlerini gösterecek sinema bulamıyorlardı. Türkiye'de de bir müddet öyle gitti ama bugün ticari filmlerin başarısından dolayı diğer küçük filmler de küçük Avrupa sinemalarında veyahut da Beyoğlu'nda açılan alternatif sinemalarda gösterim şansı buluyorlar. Sinemada iyi bir gişeye ulaşabilmek zor bir kulvardır. Reklam bütçeleri, tanıtım bunun içine giriyor. Seyirci daha çok ticari filmleri seçtiği için diğer filmlerin şansı biraz daha az oluyor; ama onun yanında artık bugün internette ya da DVD sektöründe o filmleri görme imkanını buluyoruz. Küçük bütçeli filmlerin diğer ana akım filmlerle bir yarış içine girmemesi gerekir. Mesela Nuri Bilge Ceylan'ın bile yapmış olduğu filmler bu kadar ödül almasına rağmen eskiden 30 binlerde, 40 binlerde dolaşırken bugün 200 bin seyircinin üzerine çıkmıştır.
Farklı üniversiteler sinema eğitimi için farklı ekoller belirliyorlar. Bu noktada sinema sektöründe yer almak isteyen genç bireylerin sizce takip etmeleri gereken noktalar nelerdir?
Öğrencilerime mezun olduktan sonra başkalarının filmleri için uğraşmak yerine gidip kendi filmlerini yapmalarını öneriyorum. Yani 3-5 kişi bir araya gelirsiniz, film şirketi kurarsınız, ufak filmler çekersiniz. Müzik küplerine başlayabilirsiniz, arkasından kısa filmler çekersiniz. Bunlar sizin referansınız olur ve uzun metraja geçersiniz. Dijital teknolojinin çıkmasıyla bu işler artık yapılabilir olmaya başladı. O yüzden de çekilebilir filmlerin senaryolarına çalışıp o filmleri çekmeliler. Derviş Zaim, Serdar Akar, Yeşim Ustaoğlu gibi örnekler önümüzde. Nuri Bilge Ceylan'ı zaten söylemeye gerek yok. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, iklimler gibi kendisinin, karısının, annesinin, babasının, akrabalarının oynadığı filmler çekerek bugün buraya geldi. Benim önerim büyük bütçeli filmlere girip de senelerce finans bulacağım diye uğraşacaklarına küçük bütçeli filmlerle film piyasasına girerek kendilerini ispat etmeleri.
Yeni dönemde yapmayı planladığınız projeler var mı?
Benim çekmecemi açarsanız 10-15 tane senaryomun olduğunu görürsünüz; ama insan yarı zamanlı film yapamıyor. Hem öğretim görevliliği yapıp hem hafta sonu film çekimi olmuyor. Daha gencim, bir gün belki tekrar film yaparım ama şimdilik öyle bir planım yok.
Türkiye'de yer alan SİYAD gibi sinema platformlarını nasıl buluyorsunuz?
SİYAD çok büyüktür. Oturmuş en eski sinema yazarları derneğidir. O kadar çok üyesi vardır ki kendi içlerinde de çatışmaları vardır. O yüzden çok iyi yazarlar da, eleştirilerini beğenmediğim yazarlar da var.
YÖNETMENİN ÖDÜLLERİ 40 Metrekare Almanya
• Cannes Film Festivali 1986 Unesco Ödülü
• Locarno Film Festivali 1987 Gümüş Leopar Ödülü
• Rotterdam Film Festivali 1987 En İyi Film Ödülü
• Alman Film Ödülleri 1987 En İyi Film Ödülü
Yanhş Cennete Veda
39. Uluslararası Berlin Film Festivali Yarışma Bölümü'ne Almanya adına katıldı. • Grand Prix Filmfestival Strasbourg 1989 • Seyirci Ödülü Salso Film Festivali 1989 • Civis Ödülü Köln 1990
Elveda Yabancı
• 44. Uluslararası Cannes Film Festivali Yarışma
Bölümü'ne Almanya adına katıldı. En İyi Yönetmen Ödülü Garda Filmfestival Verona 1991
Dilekler Zamanı
Adolf Grimme Ödülü 2005