Türk Sinemasında Darbe Filmleri

Türk Sinemasında Darbe Filmleri

Türk sinemasında darbe filmleri özellikle 12 Eylül 1980 darbesine karşı toplumsal bir eleştiri olarak başladı. Sonraki yıllarda sansürün kalkmasıyla 1960 darbesine de değinildi. Sonunda Türk sinemasında askeri darbelere karşı iki bakış gelişti. Espri ile yaklaşan nostaljik güldürü filmleri ve aydının yabancılaşmasını anlatan içine kapanık sanat filmleri. Bir ara model olarak da Hatırla Sevgili gibi darbelerin ana konu olmayıp, arka plan olarak sunulduğu diziler ortaya çıktı.

Dünya sinemasında darbe eleştirisi yaparak ön plana çıkan ilk film Yunanistan’daki 1967 albaylar cuntasını eleştiren Z filmidir. Darbe yönetimi sırasında esrarengiz biçimde öldürülen milletvekilinin davasına bakan dürüst bir savcıyı anlatan film, biçim ve içerik olarak dünyada ilgi görmüş, en iyi film ve senaryo dallarında Oscar’a aday olmuştur. Yakın zamanların ilgi çeken bir diğer bir darbe filmi Missing/Kayıp adıyla, Z ‘ nin yönetmeni Costa Gavras tarafından çekilen, bu sefer 1973’de Şili’de gerçekleşen askeri darbe sırasında kaybolan bir Amerikalı gazeteciyi babası ve eşinin arama hikâyesini anlatan bir filmdir. Isabel Allende’nin romanından uyarlanan 1993 yapımı Ruhlar Evi de askeri yönetim altındaki Şili’yi anlatır. Bu konuda bir başka film de Arjantin menşeli, 2009 yapımı Gözlerindeki Sır’dır. Arjantin’e en iyi yabancı film Oscar’nı getiren Gözlerindeki Sır'da, ülkede çok uzun süre yaşanılan acılar ve cinayetleri araştırırken bir savcının uzun yıllar boyunca dik durarak yaşanan haksızlığı araştırması anlatılmaktadır.

Türk sinema tarihine baktığımızda ise, daha çok 12 Eylül darbesini eleştiren filmler yapıldığını görürüz. Zeki Ökten bu konuda öne çıkan yönetmendir. Onunla birlikte, kendisi de darbeden zarar gören sanatçı Tank Akan 12 Eylül darbesini eleştiren filmlerde öncü rolü almıştır. Özellikle 1986 yapımı Ses filmi Tank Akan ve Nur Sürer’in usta ve sade oyunculuklarıyla darbenin psikolojik etkilerini anlatır. Fehmi Yaşar’ın senaryosu, Orhan Oğuz’un görüntü yönetmenliği ve Tank Öcal’ın duygulandıran film müziği ile film, estetik açıdan da yabancılaşmayı anlatır. Türk sinemasında darbe, aydının ülküsü uğruna acı çekmesi ve yenilgi nedenleri üzerine bireysel hesaplaşmasını anlatır. Bu anlatım tarzının ötesine geçilememesinin estetik, içerik ve ekonomik sebepleri vardır. Televizyon ve video filmlerinin etkisiyle seyirci sayısında düşüş olan Türk sinemasında gişe başarısı yakalayabilecek türlerde filmlere ağırlık verilir ve eleştirel-sanatsal filmler uluslararası festival sineması olarak kendilerine bir yön çizerler.

Öte yandan, Yılmaz Güney de 1980 darbesini eleştirdiği iki film, önce Yol sonra Duvar filmlerinde dönemin toplumsal bir portresini hapishane içerisinden bakarak anlatır. Hapisteki çocuklar üzerinden hikayesini anlatması açısından Duvar filminde de çok etkileyici karakter tasvirleri bulunur. 1986-87 yıllarında ise yeni filmler çıkar, bunlardan en önemlisi Uçurtmayı Vurmasınlar filmidir. Film, kadınlar hapishanesi içinden bir çocuğun gözüyle özgürlüğe bakışı işlemiştir. Çocuk üzerinden darbe eleştirisi yapan filmler 1990’larda Handan İpekçi’nin Babam Askerde filmi ile devam eder. Bu filmlerdeki iki önemli tematik durum, hapsedilmişlik ve kaybedilmiştik hissi, Türk sinemasında özellikle 12 Eylül’ü eleştiren darbe filmlerinde söz konusu olmuştur.

Popüler sinemada ise ikinci bir yaklaşımdan daha söz edilebilir. Bu yaklaşım Vizontele ve Hükümet Kadın gibi darbelere komedi üzerinden eleştirel bakan filmlerde görülür. 2000’ler sonrası özel televizyonculuk üretim biçiminden ve dizicilikten yetişme komedi oyuncularının öne çıkardığı darbe konulu filmler bu çok ciddi konuya gülmece ile yaklaşıp, yasal olarak zor duruma düşmekten ve sansürlenmekten kurtulmuşlardır. 2000’lerde darbeleri güldürü üzerinden eleştiren filmlerin yanında, melodramatik olarak da eleştiren ikinci bir akım da görülür. Vizontele Tubaa, O... Çocukları ve Beynelmilel filmleri bu şekilde darbeleri sıradan insan yaşantısı üzerindeki etkileriyle anlatır.

Benzer şekilde, Eve Dönüş filmi de, sıradan vatandaşın darbenin Kafkaesk mantıksızlığı nedeniyle çektiği sıkıntıları anlatıyor. Burada bir vatandaş hiç yoktan sıkıyönetim tarafından içeri alınıp, sonra “ne yapalım hata yapmışız” izahı ile bırakılıyor. Yine 12 Eylül darbesi düşünüldüğünde geçmişe bakan filmler kategorisinde, darbe sonrası siyasetten yasaklanan Ecevit ve Demirel gibi liderlerin bir süreliğine Çanakkale’de alıkonulması üzerine bir film olan Zincirbozan var. Bir diğer film ise, Atıf Yılmaz’ın Eylül Fırtınası. En son darbeye değinen film ise Barış Atay’ın Eksik filmi. Gene darbenin hemen akabinde bir darbe çocuğunun hayatının nasıl mahvolduğu anlatılıyor. Anne babasını darbede kaybeden bir çocuk, dedesi tarafından yetiştirilmiş ve tıpkı toplum gibi idealistlikten yolunu kaybetmiş savrulup gidiyor. Çok güçlü oyunculuğu ve anlatımı nedeniyle gerçekçi bir film Eksik.

Öte yandan tarihsel olarak Türkiye’de filmler ve diziler darbe döneminin hedef olmuşlardır. Bunlardan biri olan Halit Refiğ’in Yorgun Savaşçı'sı 1980 darbesi sırasında yasaklanıp yakılmıştır. Aslında 1920’lerde İstanbul’da geçmekteyken, yapım süreci 1978- 82 arası olduğu için darbeye denk gelmiş, darbeci generallerce beğenilmemiş, üstüne de negatifi yakılmış bir dizidir. Sonradan 1991-92 yıllarında yeniden başbakan olan Demirel tarafından verilen direktifle dizinin var olan bir video bandı bulunmuş ve darbede kaybolmuş bu film TRT’de yayınlanarak izleyici ile buluşmuştur.

Darbelerin sinemamıza bir etkisi de filmlerin negatiflerinin kaybolması veya yakılmasıdır. Buna bir örnek de Yılmaz Güney filmleridir. Darbe ile yurtdışına kaçan ve akabinde vatandaşlıktan çıkartılan Güney’in tüm film baskılarına da el konup, 12 Eylül darbe yönetiminin emriyle yok edilmiştir. Yılmaz Güney’in filmlerinin negatifleri yurt dışına kaçırıldığı için sonradan bulunup restore edilmiş ve 1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’de sinemada gösterilmiştir. Bu açıdan Yılmaz Güney filmleri üstün çaba ve mücadele ile kurtulabilmiş filmlerdir.

Estetik olarak baktığımızda, dünya sinemasında darbe aleyhtarı ya da o konuyu anlatan tarihi filmlerle Türkiye’de çekilenler arasında içerik ve biçim farkı söz konusudur. Yurt dışında yapılanlar hesaplaşma üzerine ve hesap sorma üzerinedir. Estetik ve anlatım açısından hak aranan bu filmlerde, daha çok “biz hakkımızı arıyoruz ve onlar kötüydüler, yaptıkları da kötüydü hesap soruyoruz” düşüncesi hakimdir. Oysa Türk sinemasının darbe hesaplaşması içe dönük ve aydının yabancılaşmasının hesaplaşmasıdır. Bu hesaplaşmada “biz nerede yenildik, yanılmışız, bir şeyleri değiştirmek üzere yola çıktık, ama bak bize ne oldu” gibi kendi içinde hesaplaşan, aydının yalnızlaşması üzerine yapılan hesaplaşması var. Bu tarzda uzun bir film listesi yapabiliriz: Sen Türkülerini Söyle, Prenses, Bu Son Olsun, Bütün Kapılar Kapalıydı, Dikenli Yol, Gülün Bittiği Yer, Bekle Dedim Gölgeye, Av gamanı Darbe, Sis, Çözülmeler ve Suyun Öte Yanı.

Bu nedenle, komedi damarı olarak ortaya çıkan darbe filmleri ortalama bir sinema izleyicisine hitap ederek meseleleri gülerek anlatmaya çalıştığı için bir nevi yabancılaşma filmlerinin antitezini oluşturur. Türkiye’de yapılan darbe karşıtı filmler ile yurt dışında yapılan darbe karşıtı filmler arasında ulusal sinema endüstrilerinin kapasitesi açısından da farklar bulunur. Uluslararası dağıtım ve gösterim desteği olan yabancı filmler milyon dolarlarca bütçelere sahip olup, tarihsel gerçeklik hissini daha etkin biçimde yansıtabilmektedirler. Türk sinemasında ise benzer altyapısal destek olmayınca içe kapanık dar mekânda geçen psikolojik gerilim türünde melodramatik ve biraz da entelektüel filmler yapılmaktadır.

Dizilerde ise tarihi arka planda tutan ve geçmişe nostaljik bakan, fakat gene de aile içi melodram türünde yapılan Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya ve Öyle Bir Geçer Zaman Kı gibi diziler seyirci buluyor. Diziler, 1960’lar, 70’ler ve 80’leri, bir taraftan ailelerin dramlarına bakarken diğer taraftan tarihsel olarak askeri darbelerin etkilerine de değinerek anlatılıyorlar. Bir tarafta toplumsal hafızayı yenileyen ve darbelerin yarattığı toplumsal travmaları hatırlatan durumlar, öte yanda yasak aşklar ve ailelerin parçalanışı gibi konulan olan bu dizilerde tarihe nostaljik ve romantik bir bakış bulunuyor. Sinemada bu yaklaşımın en başarılı filmi Babam ve Oğlum olmuştur. Bu filmde bir ailenin kuşaklararası kişisel dramı anlatılırken, askeri darbe sadece arka planı oluşturuyor. Filmde darbe sırasında doğan ve annesini ile dedesini hiç görmemiş bir çocuğun en sonunda babasının ölümü ile dedesinin geçmişi kabullenmesine şahit oluyoruz. Gişe başarısı yüksek olan Babam ve Oğlum gibi popüler olarak halka inebilen, derdini melodramatik yaklaşım ile metaforlar üzerinden anlatabilme başarısı her yönetmende yok. Çağan Irmak’ın özgün yaklaşımı ile başardığı anlatım sentezini yakalayamayan diğer filmler ise, daha çok aşk ya da terk edilme hikâyeleri üzerinden bir dönem portresi verirken, bazen de aşırı gerçekçi olup acı, işkence ve gözyaşı ile “neden kaybettik” portresi veriyorlar. Tarihsel arka plan ile bireysel hikâyeyi harmanlayan sentez darbe karşıtı filmin ortaya çıkışı Türk sinemasında yeni bir paradigma. Bu yeni anlatım biçiminde ne aşın melodramatik bir aile dramı ne de aşın yabancılaşmış kişisel bir hikâye olacak; toplumsal arka plan ile kişisel tecrübeleri doğru harmanlayabilecek yeni bir sinemasal anlatım paradigmasının gelişmesi mümkün.

Türk sinemasında bunu yapabilmek için senarist/yönetmenlerin önce olayları bir tarihsel perspektife oturtması, ardından objektif kaynaklara ulaşıp, propaganda gibi hissettirmeyecek, taraflara haksızlık ettirmeyecek türden bir filmi yapmak için çalışması gerekiyor. Öte yandan, darbelere tarihsel yaklaşımda objektifliğe ulaşabilmek için genellikle belirli bir sürenin geçmesi gerekir. Eğer darbe karşıtı film, hemen darbe sonrasında yapılırsa, büyük ölçüde bir propaganda filmi hissi verebilir. Zira sıklıkla eleştiri yapılırken aşırıya kaçıp, olayları karikatürize etme riski olabiliyor.

2015-16 yılında Türk sinemasında sinema seyircisi sayısı azaldı. Sinema sektöründe yüzde 10 küçülme var. Türk Sineması açısından çıkış aranacak bir yıla giriyoruz. Belki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatını ve 15 Temmuz darbe girişimini anlatan iki film, Reis ve Uyanış, Türk sinemasında yeni gişe başarasım geri getirebilir ve bu küçülmeyi durdurabilir.