Yazar Murathan Mungan bir söyleşisinde “işim kelimeler benim. Sahte alçak gönüllülüğe gerek yok: Türkçe’nin saçlarım tarayan, tarayabilen yaşayan üç-beş yazardan biriyim. İçimizle dilimiz arasındaki mesafeyi kelimelerle kapatmaya çalışan adamdır yazar dediğin” demiş.
Geçtiğimiz yıl Metis yayınlarından çıkan 15 yılda kaleme aldığı ‘Şairin Romanı’ adlı kitap ise bu sözlerin hakkını veren fantastik bir roman. Adı yerküre olan bir gezegende, en büyük karaparçası Anakara’ya dönen Bendag’ın, geminin güvertesinde uyanmasıyla başlayan öykü, insanı içine alarak varlığına inandırmakta hiç zorlanmıyor.
Mungan’ın uzun araştırmalar sonunda tamamladığı bu roman, hem Doğu’nun Hem Batı’nın önemli kaynaklarından yararlanmış. ‘Şairin Romanı’ için, “tabiata, emeğe ve şiire övgü” deniliyor. Kitap ise okuyucuyu “göz önünde olduklarına bakmayın, tabiat ve emek büyük sırdır” diyerek uyarıyor.
MASAL GELENEĞİ İLE SARMALANIYORSUNUZ
Batı’nın modern çağ fantezi romanlarıyla, Doğu’nun Binbir Gece Masalları’nın özgün bir bileşimi olan kitaba Akira Kurasawa da ‘kagemusha’sı ile katılıyor. Roman, Anadolu Selçuklu mimari özelliklerinden Alevi geleneklerine, şaman inançlarından Uzak Doğu felsefelerine kadar çok çeşitli kaynaklardan besleniyor. Doğu’nun yüzyıllardan süzülerek gelen masal geleneği ise tüm kitap boyunca okuyucuyu sarmalayarak kendi dünyasının içine çekiyor.
Romandaki hemen hemen her dinin ve öğretinin birlikteliği için Mungan, “Romanda Moottah’ın anlattığı gibi, herkes kendi toprağından çömlek yapar ama bu çömleğin bütün bir yerkürede kullanılabilmesi gerekir. Yaşadığı coğrafyanın toprağını içmiş bir kalemle yazıyorum elbet, yerli olmayı önemsiyorum ama öte yandan bütün dünyaya yazıyorum ben” diyor.
Anakara’da şiir, varlık nedeni adeta. Hele şair olmak, olmak olunabilecek en iyi şey. Şair olamayanların ise kesinlikle şiirle ilişkileri var. Ulsangeyma, “basit bir işçiyim ama bakmayın iyi bir şiir okuruyumdur. Şiir beni ilkin hayata, sonra yalnızlığıma, kayıplarıma katlanmaya alıştırdı, yaşlılığımı sevdirdi” diyerek şiirin hayatındaki önemini dile getirirken, Anakara’nın en önemli sözlükçüsü Dohanalı Tarkusyu ise “yazdığım değil ama yaptığım, bir şiirdi” diyor.
ANAKARA’YA ÖLÜME YATMAK İÇİN GELİYOR
Ani bir kararla kendini gönüllü olarak sürgüne gönderen Bendag, 50 yıl aradan sonra yurdu olan Anakara’ya ölüme yatmak için gelmiş ama sandığının aksine Bendag’ın adı, emanet edildiği belleklerde unutulmamış, bir efsaneye dönüşmüş.
Farklı nedenlerle Odragend’e doğru yola çıkmış gezginler. 20 yıl evine kapandıktan sonra yanına biri zeytin dalı esmeri, diğeri başak sarışım olan çırakları Zeey ile Tagan’ı alarak kendini yollara vuran Moottah, yalnızca şairleri öldüren bir katilin izini süren atlı polis Gamenn ve Pepqemok.
Romandaki paralel kurgular, karakterlerin yol boyu içinden geçtikleri yerler, yaşamlar, surlarında şiir bayrakları dalgalanan şehirler... Böyle bir masal içinde okur kendini, hayatı ve varlığı sorgularken buluyor.
Yaşamın telaşı ve koşturması içinde kendine bile yabancılaşmaya başlayan günümüz modern insanına dünyanın geçmiş kadim zamanlarının ışığını getiren bir kitap ‘Şairin Romanı’.
İNSAN DOĞASINI ANLAMADAN NE FELSEFE NE DE BİLİM OLUR
Yazar, önsözde de dile getirdiği gibi hedefinin, “yirminci yüzyılın her şeyibir bütün halinde toplayacak felsefesini yaratmak” olduğunu söylüyor.Bronowski’nin, bilim tarihini kapsayan ama bilimi ana hatlarıyla ve sonderece yalın bir dille ele alması ise kitabın her kesimden okuyucuyaulaşabilmesi açısından büyük önem taşıyor.
Böyle bir dil tercihinde bulunmasını ise yazar, “birincisi konuşurkendüşünmedeki kendiliğindenliği korumak istedim. İkincisi ve daha önemliisteğim de, tartışmanın kendiliğindenliğini de aynı ölçüde korumaktı. Sözlübir tartışma biçimsellikten uzak ve anlamaya yöneliktir; meselenin özünüortaya çıkarır, önem ve yeniliğinin nereden geldiğini gösterir; konuyuolabildiğince basitleştirerek, mantığın geçerliliğini koruduğu çözüm yönüve çizgisini belirler. Benim için bu felsefi tartışma biçimi, bilimin temelidirve bunu engelleyecek hiçbir şeye izin verilmemelidir” sözleriyle açıklıyor.20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana Bronowski’nin ifadesiyle “hayatbilimlerinde” gösterilen ilerleme bilimin doğasında da önemli değişikliklereneden olmuş. “Zenginlik, buluşların kendi aralarındaki etkileşimden geliyor;bir kültür fikirleri çoğaltır, her yeni araç ötekilerin gücünü, hızım artırır”diyen Bronowski, bir anlamda günümüzdeki disiplinlerarası araştırmalaraişaret ediyor.
İNSAN YUVASINI BULAN DEĞİL YAPAN BİR CANLI
İnsanın merkeze alınarak değerlendirildiği bu kitapta insan, doğanın içindebir canlı olmaktan çok doğayı kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeyibilen; yuvasını bulan değil yuvasını yapan bir canlı olarak değerlendiriliyor.
Bilginin ve bilimin gelişim sürecinin, başlangıcından günümüze kadar, soyutdüşüncelerden değil insan yapımı düşüncelerden oluştuğu, keşiflerin sadecezihnin değil insanın ürünü olduğunu vurgulayan Bronowski, “insansız felsefeolmaz, hatta doğru dürüst bir bilim de olamaz. Benim için doğanınanlaşılması, hedef olarak insanın doğasının ve insanın doğadaki konumununanlaşılmasını içerir” diyor.
Bilgi ve bilimin doğruluğunun tek gerçeklik olduğunun altını çizen vedoğanın nasıl işlediğini, insanın nasıl evrildiğini uzman olmayan insanlarında bilmesi gerektiğini vurgulayan yazar, “uzman olmayan insanlara doğanınnasıl işlediği öğretilmezse halkla iktidar arasındaki uzaklık büyür ve Babil’i,Mısır’ı, Roma’yı yıkan da bu uzaklıktır” sözleriyle konunun önemine dikkatçekiyor.
Bilim ve uygarlık tarihi bağlamlarında ilk canlıdan günümüze kadar insanınevrimini ve buna bağlı olarak dünyanın nasıl şekillendiğinin hikayesidir‘İnsanın Yükselişi’.