6 Eylül’de SALT Galata’da açılan Tek ve Çok sergisi, 1955’ten 1995’e Türkiye’de üretim ortamını 80’li yıllarda dolaşımda olan nesneler aracılığıyla inceliyor. Sergi, endüstri ürünlerinin ilk kez geniş bir alıcı kitlesiyle buluştuğu 80’li yıllarda dolaşımda olan nesnelerden derlenen bu seçki aracılığıyla dönemin üretim ortamını bağımsız hikâyelerle incelerken, izleyiciyi hem izlemeye, hem hatırlamaya, hem düşünmeye, hem çizmeye, hem gülümsemeye, hem de tartışmaya davet ediyor.
Türkiye’de endüstrileşme süreci cumhuriyet tarihiyle iç içe ilerlerken, endüstri ürünleri tasarımı tarihi ancak ürün tasarımı eğitiminin başladığı 1970’li yıllara kadar geri gidebiliyor. Türkiye’de ilk endüstri tasannu eğitimi veren kurum Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’dir. Endüstri tasarımı alanında yapılan araştırmalar Türkiye’de endüstriyel tasarım tarihinin en kayda değer gelişmelerinin ‘tasarım eğitimi’ alanında gerçekleştiğine vurgu yapmaktadır. 1970’li yıllar, Türkiye’de endüstriyel tasarımın modernist bir ifade biçimi olarak şekillenmeye başladığı ve sanayi altyapısının çeşitlendiği bir oluşum evresine işaret eder. Bu dönemde, endüstriyel tasarım mesleği henüz kendine ülke endüstrisinde yer bulamasa da, eğitim kurumlarında açılan eğitim programlarıyla kurumsallaşmaya başlamıştır. Bu 45 yıllık eğitim geleneği içinde Türkiye endüstri tasarımı tarihi yazınının oluşmamış olması 7ek ve Çok sergisine bu bağlamda da önemli bir rol biçmektedir.
Serginin Tarihsel Arka Planı
‘‘Türkiye’de 80’lerirı ortasında karma ekonomiden serbest ekonomiye geçilmesiyle üreticiler, devletin kota sistemine tabi olmaksızın dövizle alışveriş hakkına sahip oldu. Ekonomideki buyenitik, özel sektörde 50’lerde ivme kazanan sanayileşmenin altyapısını tamamlar nitelikteydi. Devlet, yerli sanayinin yabana müşteriye hizmet sağlayacağı ve uluslararası rekabete dâhil olacağı bir planı devreye sokmuştu. Beraberinde büyümeyi getiren çıkış, günlük hayata, sürekti, artan bir ürün yelpazesiyle tercüme edildi ve ülkenin büyücek şehirlerinde öbeklenen, görünüşte ve maddede küresel bir Türkiye yarattı.
Hızlı geçiş sürecinin kilit noktalan büyücek şehirlerdi; el ve makine işleri, yerel ve küresel markalar, lüks ve mütevazı hayat tarzları eş zamanlı olarak bir aradaydı. Üstelik gelişen iletişim imkânları sayesinde uluslararası olan hakkında izlenim edinmek işten değildi Anında yayılan bolluk ve refah görüntüleri, kısa vadede hayat tarzında terfi vaadine evrildi. Vaadin olanaklara dönüştürülmesi çok çeşitti biçimlerde gerçekleşse de, döneme dair çalışma ve anlatımlar genellikle toplumsal bir ikiliğe dayandırıldı. ”
Sergi kurgusu kavramsal ve fiziksel olarak 1955-1995 yıllan arasında Türkiye üretim dinamiklerine doğrudan ve dolaylı olarak etki eden başlıca ekonomik kararlan ve sosyal dönüşümleri referans alır. Kurgu hem çok genel bir çerçeveden, hem de sektör odaklı oluşturulan zaman çizelgesi —timeline- üzerinden dinamik bir araştırma altyapısına dayanır. Benim de aralarında yer aldığım araştırma ekibi, otomotiv, beyaz eşya, mobilya, oyuncak, kırtasiye, giyim, tekstil, gıda, züccaciye, temizlik ve mücevher endüstrilerinden nesne ve hikâyeleri bir araya getirirken, döneme ilişkin bilginin yenilenmesini ve çeşitlenmesini amaçlamıştır.
Tek ve Çok, kelime anlamlan üzerinden doğrudan üretimde biriciklik ile kitle tüketimi arasındaki ilişkiyi de sorgulamaya davet eder bizleri. Biricik olana yönelik taze bir merakın filizlendiği sanat ve moda ortamından alıntılarla bu yeni dalgalanmanın kültür ekonomisindeki etkilerini de örneklendirmeyi hedefler. Bedri Baykam’ın This has been done before (1987) adlı işinin sergide yer alması ise dönemin modern sanat tartışmalarında, yaratıcılığın yalnızca Batı kaynaklı olabileceği anlayışına karşı bir eleştiri niteliğindedir.
Özgün Kopyalar
Serginin bir alt bağlamı özgün kopyalar kavramı etrafında yapılandırılırken, Türkiye’deki üretim tarihine başka bir açıdan bakmayı da önerir. Montaj sanayisinin ilk yıllarından telifsiz taklitlerin cirit attığı günümüze, kopya olarak damgalananlar ekonomik ve entelektüel açılardan zan altındadır: Tek ve Çok, kullanıcıları eşyayı başlı başına değerlendirmeye, koşullara özgü icatları teşhis etmeye ve hiçbir yemliğin öncülsüz olmadığı dünyamızda bir öğrenme tavrı olarak kopyayı incelemeye davet eder. Fiziksel olarak da 1980’ler boyunca her birimizin gündelik hayatına girmiş olan özgün kopya onlarca eşyaya ait çizimler, sergi mekânında ışık zeminli masa üzerinde izleyiciyi de özgün kopyalar üretmeye davet eder.
1955-1995 yılları arasında zanaat üretim kültürünün çözülmesi:
Paha Biçilmez Biricik Mücevherin Seri Üretime Geçiş Serüveni
Araştırmacı olarak sergi ekibine dâhil olma sürecim, Türkiye’de endüstrileşme hikâyelerinde pek de bahsi geçmeyen, zanaat kökenli bir endüstri örneği olarak mücevher endüstrisinin dönüşümünden kesitler aktarmak üzere gelişti.
Binlerce yıllık geleneksel üretim sürecinde mücevher, biricik ustanın biricik atölyesinde hayat bulurken, Türkiye’de 1990’lardan itibaren sektörleşme sürecini tamamlayarak endüstri ölçeğine erişen zanaat kökenli ama seri üretim yapabilen melez yapıdaki bu yaratıcı üretim ortamı ve ürün üzerinden okunabilecek her türlü sosyal dönüşümü sorgulamak ve işaret etmek üzere başkaca bir vaka olarak birçok hikâyeyi bizlere sunmaktadır.
Dünya kuyumculuğunun en eski ve en önemli mirası bugünkü Türkiye coğrafyası içinde yer almaktadır. Sektörel üretim hacminin tamamına yakını İstanbul’da 550 yıllık kuyumculuk mirasının geleneğini taşıyan Kapalıçarşı ve çevresindeki hanlarda yapılmaktadır. Türkiye’de endüstrileşme süreci Cumhuriyet’le birlikte yaşanmaya başlamış olsa da Türkiye mücevher üretiminin endüstri ölçeğine ulaşması 1990’lar sonrasında olmuştur. Cumhuriyet sonrası yaşanan toplumsal dönüşümlerden Kapalıçarşı üretim kültürü de etkilenmiş, zanaat kökenli üretim geleneği sektörleşme süreciyle birlikte seri üretim mekanizmalarına teslim olmuştur. Bu dönüşümde üretimde roller tanım değiştirmiş, zanaatkârın yerini seri üretim makinaları almış, ustanın yerini teknisyen ve çırağın yerini stajyer almıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarının geride bırakıldığı 1950’lerden başlayarak
Erken Cumhuriyet döneminin anti-emperyalist ulusalcı devlet politikaları yerini liberal politikalara, devlet destekli endüstrileşme ise yerini rekabetçi endüstrileşmeye bırakır. Yine de 1980’lere gelene kadar altın ithalatının yasak olması, bu sektörün yasadışı faaliyet göstermesine neden olmuştur. 1980 yılında gerçekleştirilen askeri darbe ise toplumsal ve ekonomik yapıda yaklaşık on yıl boyunca etkisini hissettirecek bir değişime sebep olmuştur. Bu ortamın yarattığı koşullar zanaat kökenli bu yaratıcı üretim için ideal olmaktan uzaktır. Ancak 1989 yılında Merkez Bankası’nın altın ithalatını serbest bırakmasıyla Türkiye’de altın kaçakçılığına son verilmiş ve altın ithal ve ihracı yasal yollardan yapılmaya başlanmıştır. Bu ise mücevher sektörünün hızlı bir gelişme sürecine girmesine neden olmuştur. Mücevher sektörünü etkileyen bir diğer önemli gelişme ise 1995 yılında İstanbul Altın Borsası’nın kurulmasıdır. İstanbul Altın Borsası’nın faaliyete geçmesi altın fiyatlarının dünya fiyatları ile paralel hale gelmesinin, ithal edilen altınların genel kabul gören saflık ve standartta olmasının önünü açmış, aynı zamanda yurt dışından yapılan gayri resmi altın ithalatının engellenmesini sağlayarak altın ticaretinin kayıt altına alınmasına olanak sağlamıştır. Daha da önemlisi, altın borsasının kurulmasıyla sektörün dünya piyasalarıyla aynı fiyata hammadde temin edebilmesi, sektörü uluslararası pazarlarda ucuz fiyatla rekabet edebilir hale getirmiş, üretimi artırmıştır.
Sektörleşme sürecindeki önemli kurumlardan biri de 1991 yılında İstanbul ofisini açan Dünya Altın Konseyi’dir. Konseyin seri üretim tekniklerine uygun modüler yapıda tasarım önerileriyle takı piyasasına tasarım kavramını enjekte etme çabası zanaat kökenli melez yapıdaki yaratıcı üretim ortamı için dönüştürücü bir etki olarak yorumlanabilir. Bu sürecin sonunda Türkiye ihracat potansiyeli yüksek, büyük ölçekli takı üreticisi fabrikalarla tanışmıştır. Bu sonuç aslında zanaat geleneğinden gelen üretim ortamının büyük ölçekte fabrikaya dönüşmesinin de başlangıç noktası olmuştur. Bu dönüşüm sürecinin önemli aktörleri olan kuyumculuk endüstrisi patronlarının tamamının kuyumculuk kökenlerinin olmayışı, ancak tamamının Kapalıçarşı ticaret kültüründen yetişmiş olmaları dikkat çekici başka bir unsurdur. 1990’lann başına kadar kuyumculuğun hammaddesi olan değerli madenlerin ithalatının yasak oluşu, bu döneme kadar büyük hacimli üretim yapan üreticilerin ‘kaçakçı’ sıfatıyla anılmasına sebebiyet vermiş, altının piyasalarda serbest dolaşımıyla yasallaşan süreç boyunca kuyumculuk mesleğinde bir itibarsızlaşma dönemine girilmiştir.
Tek ve Çok sergisi kapsamında 1955-1995 yıllan arasında bu zanaat üretim kültürünün çözülmesi sürecinde yaşanan kayıplara vurgu yapan bir seri eşya ile birlikte sesli tarih okuması olarak 2015 yılında yapılmış son nesil kuyumcu ustası, Merujan Usta ile yapılan görüşmeden ses kayıtlan izleyiciye sunulmaktadır.
Sergi ve paralel programlar, konunun kamuya açık katılımla tartışılabileceği çoklu platformlar olarak tasarlandı. Sergi süresince uzun soluklu bir öğrenci atölyesi biçiminde devam edecek olan araştırmanın sonuç ve yorumlan içeriğe eklenecek, izleyiciler, ev içi ürün çizimlerinin yer aldığı masada kendi özgün kopyalarını üretebilecek ve ürünlere dair bilgi ekleyebilecek. Ayrıca, serginin odak noktalarını irdeleyen konuşma ve film gösterimleri gerçekleştirilecek.