Türkiye futbolunun en çok tartışılan başlıklarından biri olan yabancı oyuncu sınırının ülke futboluna etkileri konusu 2018/19 sezonunda da gündemden düşecek gibi durmuyor.
Rusya’nın ev sahipliğinde düzenlenen 2018 Dünya Kupası geride kaldı. Her zaman olduğu gibi beklenileni veren yıldızlar, sürpriz çıkış yapan yetenekli ayaklar ve hayal kırıklığı yaratan futbolcular oldu. Şimdi ise sıra saha dışındaki mücadelede. Futbolcu menajerleri ve kulüp yöneticileri yeni sezon öncesinde en iyi oyuncuları en iyi fiyatla transfer edebilmek için köşe kapmacaya başladılar bile. Tabii bunu yaparken bazı kısıtlamalara da tâbi olacaklar. Bu yazıda Türkiye’deki yabancı futbolcu kuralı tarihsel gelişim ve idari boyutlarıyla incelenecek.
Futbolu çekici kılan en önemli unsurlardan biri takımların sezon başlarında kadrolarına kattıkları yeni transferleridir. Her yıl yaz aylarına denk gelen transfer döneminde kulüp yöneticileri takımlarının taktiksel eksiklerini kapatmak, taraftarın övgüsünü kazanmak, kulübe gelir yaratmak ve benzeri sebeplerle yerli ve yabancı futbolcu transferleri yapıyorlar. Her ne kadar prensipte serbest bir ekonomi olduğu için istenildiği kadar oyuncu alınıp satılabilse de aslında FIFA, UEFA ve ulusal federasyonlar hem sportif hem de finansal rekabeti koruyabilmek adına bu transferlere belirli kısıtlamalar getiriyorlar. “Yabancı futbolcu sınırı” bu kısıtlamaların en önemlilerinden biri konumunda.
Ülkemizde en çok tartışılan konulardan biri olan yabancı futbolcu sınırı, 1951 yılında profesyonelliğin kabul edilmesinden bu yana futbol literatürümüzün bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Yıllar içerisinde farklı şekil ve yöntemlerle uygulansa da aslında bu fenomeni bir “sorun” haline getiren yetkili mercilerin kısa vadeli çözüm arayışları ve sistem tercihlerindeki istikrarsızlıktır. Yabancı oyuncu sayısının kısıtlanmasında farklı sistemler kullanılır ancak temel argümanlar hep aynı olur: Yerli oyuncuların gelişimi, milli takımın güçlendirilmesi, kulüp takımlarının uluslararası yarışmalardaki başarıları, transfer ücretleri ve futbolcu maaşlarının kontrolü, vb.
Bosman’ın Açtığı Kapı
Yabancı futbolcu sınırlaması (veya bakış açınıza göre yabancı futbolcu serbestisi) yalnızca ülkemizde tartışılan bir konu değil. Hakkında yüzlerce makale ve onlarca kitap yazılan bu sorunsalın başlangıç noktasını 1995 yılında Avrupa Adalet Divanı’nın verdiği Bosman kararı olarak gösterebiliriz. Bosman kararı, Avrupa Birliği (AB) vatandaşı olan futbolcuların AB sınırları içerisinde “yabancı işçi olarak kabul edilememesi” hususunu getirerek Avrupa futbol piyasasını baştan aşağı değiştirecekti. Yabancı oyuncu kısıtlamaları sebebiyle transfer havuzu çok dar olan Avrupa’nın büyük kulüpleri bir anda tüm AB ülkelerini kapsayan bir transfer havuzuna sahip oldular. Dolayısıyla oyunculara ve kulüplere ödenen transfer ücretleri de astronomik bir hızla yükseldi.
Bosman kararının bir başka önemli boyutu ise “bonservis” uygulamasının kaldırılmasıydı. Bu uygulamada futbolcu ile kulüp arasında sözleşme sona erse dahi kulübün izni olmadan oyuncu başka bir takıma geçemiyordu. Bosman’ın açtığı davanın da temelini oluşturan bu kuralın Adalet Divanı kararıyla değişmesiyle birlikte futbolcular “AB vatandaşı işçisi statüsü”nde hem sözleşme serbestisi haklarını hem de serbest dolaşım haklarını elde ettiler. Tabii bu değişiklik yoğun bir uluslararası transfer trafiğini ve ülkelerde oynayan yabancı oyuncu sayılarının hızla artmasını da beraberinde getirdi. Nihayetinde, her ülke kendi yasa ve yönetmelikleri çerçevesinde yabancı oyuncu sayılarını kontrol edebilmek için farklı sistemler oluşturmak durumunda kaldılar.
Bosman kararı öncesinde yabancı futbolcu kısıtlamaları ülkelerin futbol politikalarında çok da önemli bir yer tutmuyordu. Soğuk Savaş’ın henüz sona erdiği, uluslararası ilişkilerin çoğunlukla gergin olduğu bir ortamda, futbolun da daha içe dönük bir yapıda ilerliyor olması şaşırtıcı değildi. Aynı şekilde internet ve iletişim teknolojilerinin hızla geliştiği, küresel bilgi ağının her geçen gün daha hızlı ve etkin bir şekilde ceplerimize kadar girdiği son 30 yılda, futbolcuların uluslararasılaşmaları bizleri şaşırtmamalı. Bu anlamda Bosman kararını yalnızca Belçikalı bir futbolcunun sözleşmesel haklarını aramasından öte aslında bu değişim sürecinin kaçınılmaz bir çıktısı olarak görebiliriz. Bosman’ın açtığı bu kapı, artan transfer sayıları ve transfer ücretleri sayesinde dünya futbol piyasasını son yılların en hızlı büyüyen ekonomisi haline getirdi.
Türkiye’de Yabancı Futbolcu Sınırı Sorunsalı
Türkiye’nin yabancı futbolcu kısıtlaması konusundaki gelişim ve değişim süreçlerinin uluslararası konjonktür ile paralel ilerlediğini söyleyebiliriz. 1995 öncesi Türkiye liglerinde oynayan yabancı oyuncu sayıları katı sınırlamalar sebebiyle hayli düşüktü. Bosman sonrasında başlayan hareketlilik ülkemizde de hem bu sayının artmasına hem de kısıtlama yöntemlerinin sıklıkla değişmesine sebep oldu.
1951 yılında kabul edilen profesyonellikten bu yana Türkiye Futbol Federasyonu’nun en üst düzey ligde izin verdiği yabancı oyuncu kısıtlamalarını Tablo 1’de görebilirsiniz. 1951-1996 arasında yabancı oyuncu oynatma kuralı yalnızca iki defa değişti. 1951’de kadrosunda en fazla bir yabancı oyuncu bulundurma sınırı 1966’da ikiye, 1989’da ise üçe çıkacaktı.
1996 yılında ise ilk defa “+” uygulamasının gelmesiyle transferlerde “hesap-kitap” dönemine geçilmiş oldu. Yabancı oyuncu kuralı, başında bulunduğumuz 2018/19 sezonuna gelinceye dek geride kalan 22 senede tam 11 kere değişti. Tablo 2’de görülebileceği gibi sistemler yalnızca sıklıkla değişmekle de kalmadılar. Aynı zamanda “ilk 11’de oynayabilme”, “ilk 18’de bulunma” ve “kadroda olma” gibi alt kıstaslar da getirildi.
Değişikliklerin üzerinden tek tek gitmeye gerek yok çünkü uygulamadan kısa süre kalıp sıklıkla değiştirilen bu sistemlerin etkilerini gerçek anlamda görebilmek mümkün değil. 1996 itibarıyla hiçbir sistemin beş tam sezonu tamamlayamaması yapılacak analizlerin de sağlıklı olmasını engelliyor.
Yabancı Oyuncuların Ülke Futbolunun Başarısındaki Rolü
Türkiye Süper Ligi’nde 2015/2016 sezonunda devreye giren “14 Yabancı” kuralı federasyon tarafından değiştirilmezse 2018/2019 sezonunda da geçerli olacak. Henüz üç yıllık bir sistemin ülke futbolunun başarısındaki rolü değerlendirmek doğru olmayabilir. Ancak 1996 sonrasında artış eğiliminde olan yabancı futbolcu sayılarını (ve oranlarını) o dönemden bu yana ülkemizin UEFA ve FIFA sıralamalarıyla korelasyonuna bakabiliriz. Futboldaki başarı düzeyini sadece yabancı oyuncu sayısıyla açıklamak bilimsel olarak doğru olmayacaktır. Ancak bu gerçek aralarındaki korelasyonu da görmezden gelmemize sebep olmamalıdır.
Tablo 3’e baktığımızda 1996’dan günümüze kadarki süreçte yıllık bazda UEFA’da yarışan kulüp takımlarımızın performanslarıyla oluşan ulusal puan sıralaması ve ulusal takımımızın milli maçlardaki performansıyla oluşan FIFA sıralamasında Türkiye’nin yerini görebiliriz. Bu veri incelendiğinde 2007’ye kadarki dönemde UEFA sıralamasında inişler ve çıkışlar yaşanırken, 2007 sonrasında hayli istikrarlı bir grafik sergilediğimizi söyleyebiliriz. Ancak milli takım bazında fazlasıyla iniş çıkışların olması sebebiyle yabancı oyuncu sayılarıyla anlamlı bir korelasyon kurmanın mümkün olmadığını görmekteyiz.
Sonuç ve Değerlendirme Bu noktada çıkarılacak en önemli sonuç yabancı oyuncu kısıtlamalarının milli takımdan çok kulüp takımlarına fayda sağladığıdır. Ancak burada da artış eğiliminde olan yabancı oyuncu sayılarının kulüplerimizin başarı sıralamasında aynı oranda artışa sebep olamadığını görmekteyiz. Tabii UEFA’nın bu başarı sıralamalarını hazırlarken kulüplerin Avrupa’daki son beş sezon performanslarını göz önünde bulundurduğunu belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla yukarıda da bahsettiğimiz gibi sağlıklı bir kanıya varabilmek için kurgulanan sistemde en az beş sene (oyuncuların takımlarına uyum sağlama periyotları da düşünülürse 6-7 sene) devam etme gereği ön plana çıkıyor.
Futbol dünyasında yabancı oyuncu kısıtlamaları her zaman kulüplerin ve federasyonların önceliklerinden biri olacaktır. Ülke futbolumuzun da her daim gündemini meşgul eden “Yabancı serbestisi mi doğru yoksa yabancı kısıtlaması mı?” sorusunu sormadan önce uzun vadedeki hedefimizin ne olduğuna karar vermemiz gerekmekte.
Hangi sistem olursa olsun yeterli sabır gösterilmez ve kurguda istikrar sağlanmazsa uzun vadede başarılı olmak ve zaten bu başarıyı ölçmek mümkün olmayacaktır. Herhangi bir sistemin başarılı olup olmadığını ölçebilmek için sistemin çıktılarının anlamlı bir data oluşturması gerekir. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz 14 Yabancı sistemiyle en azından birkaç sene daha devam edilirse biz araştırmacılara bu sistemi ve çıktılarını daha sağlıklı yorumlayabilme imkânı oluşacaktır. O dönemde ortaya çıkacak sonuçlara göre yapılacak düzeltmeler uzun vadede kulüp ve ulusal takımların istikrarı yakalamasına da fayda sağlayacaktır.