Türkiye’de İlk Kez Bir Üniversite, Bir Film Yönetmeninin Arşivini Sahipleniyor

Türkiye’de İlk Kez Bir Üniversite, Bir Film Yönetmeninin Arşivini Sahipleniyor
Yönetmen ve senarist Ali Özgentürk, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nde “Sanat, Sanatçı ve Hayat” adlı dersi veriyor. Bu röportajın konusu Özgentürk’ün verdiği dersin içeriğinden ziyade Türk ve dünya sinema sektörü, sanatçının hayat hikayesi ve esas önemlisi de üniversite tarafından sahiplenilen paha biçilmez arşivi.

Arşivinizin Kadir Has Üniversitesi’ne taşınma süreci nasıl oldu?

iki yıl önce SALT adlı kültür kuruluşu arşivle ilgilendi, arşiv iki yıl kadar orada kaldı. Orada arşivi değerlendirme koşulları oluşmadı. Daha sonra Hasan Bülent Kahraman ile bir konuşmamızda ona arşivden bahsettim ve kendisi bu arşivle ilgilendi. Böylece üniversite, arşivi sahiplendi. Bizim tarihimizde ilk defa bir üniversite, bir rejisörün arşivini değerlendiriyor. Rektör Mustafa Aydın, Hasan Bülent Kahraman ve Can Has’ın kurdukları “Ulusal Kültür Belgeliği” gelecekte tarih çalışmalarına büyük katkı sağlayacak ve yönünü değiştirecektir. Bu nedenle bilim ve araştırma dünyası yukarıda adlarını sıraladığım kişilere teşekkür borçludur.

Bir sinemacının arşivinde neler olur?

Aslında bu yalnızca bir sinemacının değil kültür sanatla uğraşan bir Türk vatandaşının arşividir. Yaşar Kemal’den, Cemal Süreya’ya kadar edebiyat dünyasından pek çok yazar ve şairle ilgili hatıra ve fotoğraf vb. var. ilk göz ağrım edebiyat ve tiyatroydu. Hikayeler, şiirler, tiyatro oyunları yazdım. 1972’de profesyonel sinemaya başladım. Sinema bütün sanatları birleştirdiği için çok heyecanlandım. Şimdi burada adlarını saymaktan çekindiğim o kadar çok sanatçıyla arkadaşlıklarım oldu ki... Kendinden övünerek söz etmenin ayıp sayıldığı bir kuşaktan geliyorum.

Arşivdeki belgeler nelerdir?

Üniversite belgeleri dijitalleştirip, kategorize edip internete koyacak. Mesela bir öğrenci Yaşar Kemal’in mektubunu aratıp hemen bulabilecek. Arşivin içinde neler var? Hiçbir yerde yayınlamadığım Yılmaz Güney’den Bertulucci’ye kadar yönetmenlerle mektuplaşmalar var. Mektuplar, şiirler, çalışmalar, film taslakları, senaryo taslakları, çekilmiş senaryolar, binlerce fotoğraf, film kütüphanem ve de pek çok belge. Dünya sinemasının bütün tarihinin en’leri 300-500 kaset var. Edebiyat dünyasının, sinema dünyasının, Yılmaz Güney’in ve diğer çalıştığım yönetmenlerin birçok belgesi. Son üç yıl içinde film denemez ama iki belgesel çalışma yaptım. Biri “Kimse beni çekemedi, ben de kendimi çektim” diye. 250 saat kendimi anlattım, sadece o arşivin belgelerine bakarak. ikinci bir belgesel daha çektim o da “Derin ve Serbest Söyleşiler”. Aslında kendi arşivime eklemek için sevdiğim insanları çektim. Örneğin; Ali Nesin’le, Aziz Nesin’in oğluyla tanışmamıştım. Çağırdım, onunla beş saat konuşma yaptım. Aşk, politika dünyası, edebiyat, her şey. Hasan Bülent Kahraman’dan Doğan Hızlan’a, İlber Ortaylı’dan Türkan Şoray’a yaklaşık 50 kişiyi çektim. Daha da çekmek istediklerim var... Söyleşilerin her biri üniversite tarafından ayrı ayrı kitap olarak yayımlanacak herhalde. Arşiv için çok genel tanımıyla çok karakterli denebilir. Örneğin; pek çok müzik kaynağı var. Yılmaz Güney, Kürtler’in yaşadıkları köylerde aşiretlere dair bir hikaye yazmıştı. “Sürü” filmini çekerken bazı Kürt aşiretlerinin ağıtlarını denkbeşlerden topladım. Film çekimlerine gittiğim zaman Mersin’e gittim diyelim veya Urfa’ya, cami duvarlarının önünde ya da seyyar arabalarda satılan kasetlerden yüzlerce almışımdır. 1960’lı yıllardan bu yana, film çalışmaları nedeniyle Türkiye’nin pek çok yerinde dolaştığım için oralarda çektiğim binlerce fotoğraf var.

Arşivinizin doğum tarihi nedir?

Başlangıcı 1955 yılına dayanır. Babam berberdi. ilkokula giderken onun yanında çıraklık yaptım. Beni yanından ayırmıyordu. Biz 12 kardeşiz en büyük benim. Hem okula gidiyor, hem çalışıyordum. Gazete okuma hastalığı çok erken yaşta buldu beni. Okuma yazmayı 5 yaşında kendi kendime öğrendim, okula ise bir sene sonra aldılar. Okumayı Akbaba Dergisi, Cumhuriyet, Ulus gazetelerine bakarken öğrenmişim. Daha sonra beni etkileyen haberleri kesme alışkanlığı başladı bende. Aslında benim gibi bir çocuk sonunda gazeteci olur ama ben yönetmen oldum. Bu gazete kesme alışkanlığı devam etti. Çuvallar dolusu gazete küpürü arşivi oluştu.

Gelecekte çekmek istediğiniz bir film var mı?

Bir zamanlar bir arkadaşım vardı. Paris’te çok önemli bir sinema okulunu bitirmişti. Çok farklı bir dünyaya sahipti. Alp Zeki Heper, Yeşilçam’da çalışmaya başladı. “Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri” diye kimsenin görmediği bir film yaptı. Genç yaşta vefat etti. Ölümünden sonra onun için bir yazı yayımladım Enis Batur’un Gergadan dergisinde. Yazı şöyle bitiyordu: "Alp Zeki öldü, kafasında cenin halinde filmlerle... Bazı yönetmenler öldükleri zaman kafalarında film ceninleriyle ölürler.” Ben de öyle biteceğim.

Sinema seyircisini nasıl buluyorsunuz?

Seyirciyi biz bulmuyoruz, o filmi buluyor. Her seyirci aradığını bulur. isteyen Tarkovski’yi bulur isteyen Recep ivedik’i... içinde yaşadığımız günlerde sinema seyircisinin sosyolojisini yapmak çok kolay. Genelde kaba komedi filmlerini seviyorlar, haklılar ya da haksızlar diye bir yargılama yapmaya hakkımız yok. Sinema genel olarak popüler bir sanat dalıdır, seyirciye su gibi ihtiyacı vardır. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi sinema seyircisi kendi dilinin filmlerine yönelmiştir. Bazıları buna ulusal kültüre dönüş diyorlar. Elit takımının sandığı gibi ucuz kaba komedi filmlerine fakirler gitmiyor. (Yoksul kelimesi fakirliği iyi anlatmaz). Sinemaya gitmek artık paralı çevrelerin işi. Ben açıkça söyleyeyim: Ne yaparsak yapalım dünyadaki sekiz milyar insanın hepsine Bach’ı sevdiremeyiz... Herkesin filmi kendine.

Türkiye'de film çekmek çok kolaylaştı, pek çok yeni yönetmen ortaya çıkıyor, buna ne diyorsunuz?

Pek çok yönetmenin ortaya çıkması çok iyi bir şey Cemal Süreya’ya sormuşlar “bu kadar çok şiirin yazılmasına ne diyorsunuz?” O da “Çok olumlu buluyorum, herkes şiir yazsın ki kimin şair olduğu belli olsun” demiş. Eskiden Türkler asker bir milletti... Sonra şair oldular. Sonra futbolcu. Sonra artist. En son senarist ve yönetmen bir millete kavuştuk...

Filmlerinizi çekerken sizin için önemli olan nedir?

Hiçbir zaman kendim olmayan bir film yapmadım. Derler ya hani, kendim ettim, kendim buldum gibi bir şey. Yapımcı olmanın zararlarını gördüm, ama özgürdüm. istediğim senaryoyu istediğim şekilde çektim. Bazı filmlerim çok sevildi bazıları, da sevilmedi.

Alfred Hitchcock’un dediği gibi “Altı üstü bir film”. Ne büyütüyorsunuz ?

Sinema nelerden oluşur?

Şimdi kelime Si-ne-ma. iki hecesi Si-Ne; salon, seyirci ve perdeden oluşuyor. -Ma ise sadece film. Yani sinema, seyircinin olduğu bir yerdir; orada film gösterilir.

Peki bir yandan da sinema neden ölüyor?

Sinema asla ölmez. Hatta giderek kişisel filmler çekilecek. Zengin bir iş adamı bana gelecek bana şu konuda bir film çek diyecek, ben de o filmi ona çekeceğim. iş adamı da filmi duvarına asacak resim asar gibi. Yalnızca misafirlerine gösterdiği bir film çıkacak ortaya. (O iş adamı ne zaman gelecek bana? Bekliyorum)

Başarılı olmak zorunluluk haline geldi diyebilir miyiz?

20.    yüzyılın aydınları, sanatçıları, politikacıları düşünceleri ve idealleri uğrunda ölümü göze alıyorlardı. Kapitalizmin yükselişi, iki dünya savaşı da dahil milyonlarca ölünün üstüne inşa edildi.

21.    yüzyılda kendini yakan aydınların sanatçıların soyu tükendi. Şimdi hepimiz “kar, iktidar, itibar” yolunda kapitalizmin parçası olduk. Başarı su gibi ekmek gibi bir ihtiyaç oldu. Halbuki insan böyle olmamalı. Hiç meyve vermeyen bir ağaç, ağaç değil midir? Örneğin; Hu ağacı vardır. Çok severim. Çok güzel bir ağaç, incecik zarif bir gövdesi var. insanları kategorize ettiler, önemli insan, başarılı adam... Buna benzer şeyler... Genç insanlara söyleyeceğim; ne alanda olursa olsun, içinizdeki ateş ne diyorsa onu yapın. Bütün ömrün bir kadını, bir erkeği sevmekle geçiyorsa, onu yap. Çok güzel bir ömür olur bu. Yalnız onu seviyorsun ve onunla varsın. Bir insanı severek ya da yalnızca domates ekerek var olamaz mı insan? Bu bir başarı değil midir? Benim de başarım Leyla ile Mecnun’u, Kerem ile Aslı’yı, Ferhat ile Şirin’i, Saynur ile Simay’i, Romeo ile Juliet’i, Yusuf ile Züleyha’yı sevmek olamaz mı?