Uzay Yolu ile Kimsenin Gitmediği Yere Gitmek

Uzay Yolu ile Kimsenin Gitmediği Yere Gitmek

Türkiye’de birçok kişinin bildiği televizyon dizisi, sinema filmi, roman, dergi ve animasyon gibi birçok mecrada yer edinmiş Uzay Yolu bu yıl 50. yılına bastı. Yayınlandığı her dönemde ise farklı kültür ve politik anlayış sergilemesiyle Uzay Yolu yayın geleneğindeki ayrımcılık karşıtlığının her zaman kayda değer örneklerinden biri olma özelliğini korudu.

Türkiye’de belli bir yaşın üzerindeki hemen herkesin tanışık olduğu, dünya üzerinde ise milyonlarca fanatiği olan; dev bir kültün bu yıl 50. yılını -hani ne derler- idrak ediyoruz: Uzay Yolu, orijinal adıyla Star Trek. Toplamda altı ayrı tarih çizgisini anlatan, biri animasyon olmak üzere altı televizyon dizisi ve 12 sinema filmine, ayrıca yüzlerce roman ve dergiye konu olmuş dev bir birikim.

Orijinal Uzay Yolu (Star Trek - The Original Series) dizisinin ilk bölümü 22 Eylül 1966’da NBC televizyonunda yayınlanmıştı. O günden sonra 90’lı yılların ortalarına kadar 5 ayrı dizi daha dünya televizyonlarında izlendi: The Animated Series, The Next Gerıeration, Deep SpaceNirıe, Voyager vs Enterprise, iki ay kadar önce de CBS şirketi, 2017 yılı başında gösterime girecek adı henüz konmamış yeni bir Uzay Yolu dizisinin müjdesini verdi. Sinema perdelerinden de değişik tarih çizgilerine karşılık gelen 12 ayn film geldi geçti. İlk altısında (Star Trek The Motion Ficime, Star Trek II: Wrath of Khan, Star Trek III: Search for Spock, Star Trek TV: Voyage Home, Star Trek V: The Final Fronlier ve Star Trek VI: Undiscovered Country), James Tiberius Kirk komutasındaki Atılgan (.Enterprise) uzay gemisinin ve orijinal TV dizisindeki mürettebatının maceraları konu edilmekteydi. Ardından gelen dört filmde ise (Star Trek Generations, Star Trek First Contact, Star Trek Insurrection ve Star Trek Meme sis), orijinal dizide anlatılanların bir yüzyıl sonrasına denk gelecek bir tarihteki ve Jean-Luc Kcard komutasındaki “yeni” Atılgan’ın maceraları yer almıştı. Yedi yıllık uzunca bir aradan sonra vizyona çıkan Star Trek ve Star Trek Into Darkness filmleri ise Kaptan Kirk, ikinci Kaptan Mr. Spock, Dr. Leonard “Bones” McCoy ve Teğmen Nyota Uhura gibi orijinal dizi karakterleri üzerine kuruludur. Yine de hem olayların tarihsel dizilişinin hem de karakterlerin orijinal dizidekilerden farklılıklar göstermesi nedeniyle bu son filmlerin değişik bir tarih çizgisini konu aldıkları görülmektedir.

Tabii ki Uzay Yolu’nu sıradan bir bilim kurgu dizisinin ötesine ve yıllardır hayranlarım peşinden sürükleyen bir kült haline dönüşmesinin nedenleri üzerinde düşünülmeye değerdir. Gerek orijinal dizide gerekse diğer dizi ve filmlerde senaryoların temel düğümlerini bölümlerin çekildiği devirlerdeki çeşitli kültürel ve politik olguların mecazları olarak görmek olasıdır. Bu açıdan bakıldığında 1960’lardaki iki süper güç arasındaki uzaya çıkma yarışını ve aynı yıllarda giderek tırmanmaya başlayan soğuk savaş ortamını akıldan çıkarmamak gerekir, işte, Uzay Yolu egemen güçlerin bu gergin ortama göre koşullandırılmaya çalıştığı Amerikan izleyicisine, tüm insanların (ve hatta diğer birçok gezegendeki akıllı varlıkların) barış ve birliğini temsil eden Birleşik Gezegenler Federasyonu’nu ve onun barış misyonu altında bilimsel araştırmalar yapmak için daha önce uzayın kimsenin gitmediği köşelerine giden Atılgan yıldız gemisini sunmaktadır. Üstelik de her fırsatta savaş, ırkçılık, ayrımcılık, hatta etçillik karşıtı; insan haklanın, feminizmi, teknolojinin banş amaçlı kullanımını öne çıkaran eleştirel bir anlayış sergilemektedir.

Barış ve kardeşlik olgusunu Atılgan’ın köprüsünde görev yapan ve adeta Birleşmiş Milletleri andıran mürettebatında doğrudan gözlemlemek mümkündür: Geminin kaptanı, Iowa’nın Riverside kasabasından gelen ve Yıldız Filosu Akademisi’nin gelmiş geçmiş en parlak mezunu olan James T. Kirk’tür. Mürettebatın insan olmayan en üst rütbeli subayı ise ikinci kaptan konumundaki Vulcan’lı Mr. Spock’tır. Siyah kadınların televizyon dizilerinde sadece hizmetkâr rollerine çıkabildiği o yıllarda geminin iletişim subayı olarak Afrika kökenli bir kadın olan Uhura’yı görmekteyiz.

Batıda en çok “tiye alınan” halklardan birine mensup Iskoç Montgomery Scott ise başmühendis olarak görev yapmaktadır. Dümende ise bir Japon, Hikaru Sulu, vardır. Dahası, rota subayı da soğuk savaştaki birincil düşman olan Rusya’dan çıkma Pavel Andreievich Chekov’dur.

Mürettebattaki bu çeşitlilik diğer Uzay Yolu dizi ve filmlerinin de temel unsurlarından biri olarak süregelmiş, hatta önceki dizilerde düşman olarak betimlenmiş dünya dışı ırklar (örn. Klingonlar) ileriki dizilerde Atılgan’ın köprüsündeki yerlerini almışlardır. Deep Space Nine dizisindeki dev uzay istasyonunun kaptanının (Benjamin Sisko) bir siyah olarak kurgulanması ve bir sonraki televizyon dizisi Vbyager’da gemi kaptanının ve dolayısıyla, dizinin birinci karakterinin bir kadın (Kathryn Janeway) olması, Uzay Yolu geleneğindeki ayrımcılık karşıtlığının kayda değer örneklerindendir.

Kuşkusuz, hem kadın hem de siyah olması nedeniyle bu konuda en önemli figürlerden biri orijinal dizide Nichelle Nichols’un canlandırdığı Uhura karakteridir. Özellikle, dizinin üçüncü sezonunda 10. bölüm olan “Eflatun’un Üvey Çocuklan”nda Kirk ve Uhura’nın öpüştükleri sahne, Amerikan televizyonlarında gösterilen beyaz bir erkek ve siyah bir kadının yer aldığı ilk ırklar arası öpüşme sahnesi olarak bilinmektedir. Uhura’yı canlandıran Nichelle Nichols dizinin ilk yılında kariyerinin yönünü Bıoadvvay’e doğru çevirmek için diziden ayrılmaya kalktığında, Nichols’ın oynadığı tarihi rolün farkında olan Martin Luther King, onu kalmaya ikna etmek için özel bir çaba harcamış ve başarılı da olmuştur.

Zamanının egemen bakış açılarına aykırı düşen unsurlardan bir tanesi de Atılgan’ın tasarımıdır. Düşününüz ki o yıllarda uzaya gerçekten çıkabilen araçların ortak görüntüsü bir füze şeklindeydi ve dev jet motorlarıyla itiliyordu. Öte yandan, kurgu dünyasının tipik uzay aracı da (uçan) daire biçimindeydi. WiUiam Shatner hatıralarında, dizinin yaratıcısı Gene Roddenberry’nin, nasıl bir gemi istediğini değil de, nasıl bir gemi istemediğini bildiğinden bahseder. Shatner’in yazdığına göre, Roddenberry bunu orijinal dizinin sanat yönetmeni Matt Jefferies’e şu şekilde ifade etmiş:

“Füze görmek istemiyorum. Uçan daire görmek istemiyorum. Uçak görmek istemiyorum. Jet görmek de istemiyorum, kanat görmek de istemiyorum!” işte, Atılgan gibi zarif ve fotojenik bir gemi Jefferies’in eskizlerinde bu dürtülerle şekillenmişti.

Tüm bu aykırılıklara koşut olacak şekilde, dizinin iki baş karakterinden biri de insan değildi. Ya da tam doğru olarak ifade etmek gerekirse Vulcanlı bir babanın ve insan bir annenin oğluydu. Mr. Spock, Atılgan’ın hem ikinci kaptanı hem de bilim subayıydı. Dolayısıyla veri toplama, analiz, akıl yürütme, benzetim, doğrulama ve sağlama gibi bilimsel yöntemin en temel unsurları, izleyiciye Mr. Spock üzerinden tanıtılıyordu. Akıl yürütmenin, duygusallığa, inanca ve safsataya karşı zaferi eninde sonunda onun kişiliğinde vücut buluyordu.

Kaptan Kirk ve arkadaşları, 1966 yılında “yeni yabancı dünyalar bulmak, yeni yaşamlar ve uygarlıklar aramak, daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere cesurca gitmek” için beş yıllık bir göreve çıkmışlardı. Uzay Yolu hayranları 50 yıldır bu yolda onları izliyor.