Yaratıcılık ve Yenileşim Üzerine Eğitim Sohbetleri

Yaratıcılık ve Yenileşim Üzerine Eğitim Sohbetleri

Bu yılki Dünya Mühendislik Eğitimi Forumu'nda (WEEF 2014) bir panelin sonunda moderatörün "sizce yenileşim (inovasyon) öğretilebilir mi?" sorusunu sıradan, hatta beylik bulmuşken, gelen yanıtla irkildim (beynimde çakan düşünceleri parantez içinde ekleyerek iletiyorum): "Hmm, zor bir soru (hayır, yanıtı bilinen, gayet kolay bir soru!), sanırım inovasyon bazı koşullarda güçlükle de olsa öğretilebilir (o koşullar hangileridir, güçlükler nelerdir? Sistematiği geliştirilmiş, değişik kitlelere yönelik eğitim programları halihazırda başarıyla sunulmakta!), ama yaratıcılık, işte o başka mesele, yaratıcılık öğretilemez, az bulunan bir yetenektir (hayır, insanın doğasında var olan bir yetenektir!)."

Yanıtı veren meslektaşım bu forumda, mühendislik müfredatı, fakülte yönetimi gibi konularda konuşan biri; ama görünen o ki maalesef eğitimci değil. Üstelik panele ayrılan 10 dakikalık süre aşılmış, soru panelin ana konusuyla uzaktan ilgili, diye bu sözler izleyicilerden umduğum tepkiyi de almadı. Moderatör usulen teşekkür etti ve kibar alkışlarla kahve molasına geçildi. Ben kendi payıma, o ana kadar en azından eğitimle ilgili kimselerin bildiğini ve hemfikir olduğunu sandığım tanımları yeniden yapmak ve tartışmayı doğru temeller üzerinde açmak ödevini üstlenerek çıktım.

Bu yazıyı ödevimin bir adımı olarak yazarken, eğitime gönül ve ömür vermiş değerli meslektaşlarımla yıllar içinde yaptığım sohbetlerden yola çıkıyorum; bilgilendirici olduğu kadar zevkli bulduğum kaynaklara değiniyorum.

Öncelikle basitçe temel tanımlarla başlayalım: yaratıcılık insan beyninin bir işlevidir, yeni fikir ve ilişkileri bulma yeteneğidir. Hemen her konuda olduğu gibi eğitimle, çalışmayla, deneyimle, özendirmeyle, ödüllendirmeyle işlenir, gelişir, parlar. Örneğin, kurduğumuz her cümle, yakıştırdığımız her niteleyici, yaptığımız her benzeti ve yürüttüğümüz tahmin bir yaratıdır. Yenileşim (innovation) ise, kavramların i kullanmakta özen gösteren değerli hocamız Prof. Dr. Ali Rıza Kaylan'ın duru tanımıyla, "yaratıcılık artı uygulama"dır (1). Uygulamanın, yani yaratıcılığı yarara ve değere dönüştürmenin yöntemleri de elbette öğretilebilir.

O halde neden hala yaratıcılığın az bulunan bir yetenek olduğu söylenebiliyor, öğretilip öğretilemeyeceği tartışılıyor? Bu tartışmayı bence en hoş irdeleyip özetleyen Sayın Tınaz Titiz Bey'dir (2). İstihdam, Bilim ve Teknolojiden sorumlu Devlet Bakanlığı dahil önemli hizmetlerde bulunmuş ve halen ülkemizin sorun çözme yeteneğini geliştirme misyonuyla çalışan Tınaz Bey, "yaratıcılığı nasıl öğretsek?" sorusunu "ne yapsak da tatlılardaki tuzdan kurtulsak?" sorusuna benzetir; asıl yapılması gerekenin tatlıya baştan tuz koymamak, yani doğal yaratıcılığı bastırmamak, yaratıcılığı ödüllendirmeyen, özendirmeyen, beslemeyen, tek tip, baskıcı, ezberci eğitim sisteminden kurtulmak olduğunu savunur. Üniversitelerde ya da yetişkinlere yönelik eğitim programlarında yaratıcılığı öğretmeye çalışmanın, tatlıdaki istenmeyen tuz tadını yok etmek için su veya limon eklemeye eşdeğer olduğunu anlatır. Cenk Doğru, Otomotiv Sanayi'nde uzun yıllar Genel Müdürlük pozisyonunda bulunmuş ve insan kaynakları yönetimi alanında da engin deneyimi olan Yüksek Endüstri Mühendisi bir arkadaşım. Uluslararası akreditasyona sahip eğitimlerden geçtikten sonra, birikimlerini Profesyonel Koç ve Liderlik Eğitmeni olarak paylaşıyor. Cenk Bey (3), kendi yaratıcılığına inanmayan gençlerle ve yöneticilerle yaptığı çalışmalarda onları tek tek özdeğerlerine döndürüp yeteneklerini fark etmelerini sağlamaktan mutluluk duyan elleri öpülesi bir eğitimci.

Madem herkes yaratıcı doğuyor, neden yalnızca az sayıda dahi sivriliyor, şöhret ve para kazanıyor? Bu sorunun yanıtı içinde; dikkatli bakınca "dahi" dediklerimizin aslında üstün insanlar olmadığını görüyoruz. Araştırmacı yazar Malcolm Gladwell, (4) "Çizginin Dışındakiler (Outliers)" adlı kitabında pek çok alanda "dahi" dediğimiz kimselerin (iş adamlarının, sporcuların, bilişim gurularının) doğup büyüdükleri ortamları, erken yaşta elde ettikleri fırsatları inceler. Onlarca örneği birbiri ardı sıra ayrıntıyla araştırır, yetiştikleri koşulların yaşıtlarının koşulları arasındaki sıradışılığını anlatır. Bill Gates'in, Steve Jobs'ın üniversiteyi bitirmemiş olmalarını yaratıcılığın eğitimden geçmediğine kanıt diye gösterip duranların bu iki çalışkan ve hırslı adamı çocukluklarından itibaren sarıp sarmalayan özgürlüğü ve olanakları incelemesi gerekir. Gladwell, yıldız sporcuların bile doğumgünü yılın ilk yarısında olup okula yaşıtlarından altı aya kadar büyük başlamış olanlardan çıktığını saptar; dört-altı yaşlarında yarım yaşın ne kadar büyük bir fark olduğunu vurgulayarak bu avantajın daha sonra kapanması gitgide zorlaşan bir ara açtığını ortaya koyar.

Yaratıcılık ve yenileşimden söz açılmışken, son zamanlarda popüler olan tasarım ve girişimcilik olgularına değinmek gerekir. "Tasarım" deyince aklınıza ne geliyor? Pekiyi, ya "girişimcilik" neleri çağrıştırıyor? Son 10 yılda her ikisinin de artarak yarışmaları yapılıyor, eğitimleri veriliyor, üniversitelerin bu alanlarda üstlenmesi gereken roller tartışılıyor. Ancak maalesef "kaymaklama (5)" dediğimiz yüzeysel algılama sendromu yüzünden tasarımın ve girişimciliğin tanımları, algının öznelliğiyle zedeleniyor. Örneğin, günlük dilde, belki ünlü modacılar yüzünden "tasarım," markacılığı, hatta lüksü çağrıştıran bir anlam ("dizayn") kazanıyor, sonra da "endüstriyel tasarım, sanatsal tasarım, mühendislik tasarımı, otomotiv tasarımı" gibi ayrımlarla nitelendirilmesi gerekiyor. Girişimcilik ise atılgan, hatta saldırgan bir davranış biçimiymiş gibi kullanılıyor, arkasındaki düzenli adımlarla harcanan emek ve eğitim (iş modeli, hukuku, muhasebesi, pazar araştırması, vs) göz ardı ediliyor. Yaratıcı tasarımların yenileşime ve girişimlere; bir diğer deyişle düşüncenin değere dönüşmesinde işleyen sürecin eğitimini veren Prof. Dr. Ali Beba, (6) yazılarında kalıcı ve sürdürülebilir yaratıcılıktan söz eder. Prof. Beba, değerli yenileşimden ve yenilikçilikten oluşan "ticat ("ticari icat")" sözünü yaratmıştır.

Son 10 yıldır, teknolojiye; yaratıcılığı ürüne dönüştürecek üretim araçlarına erişimin demokratikleşmesi için dünyanın birçok yerinde bir sivil toplum hareketine tanık olmaktayız. Bu heyecan verici gelişme, açık erişimin, ortak tasarımın, işbirlikçi girişimlerin hüküm sürmeye başladığı şu günleri getiriyor. Sayısal teknolojinin mümkün kıldığı, artık doğanın parçası olarak algıladığımız kişisel iletişim ve bilişim, yalnızca soyut bilgiyi değil bilginin fiziksel temsilini de önce yerel sonra da bireysel üretime doğru evirmekte. 20. yüzyılın Karmaşıklık Teorisi'ne damgasını vuran ünlü ekonomist Brian Arthur (7), bu evrimin, birer dahinin beyninden şans eseri çıkan buluşlarla değil, sonsuz iletişim ve etkileşimle bir mercan kayasının büyümesi gibi gerçekleştiğini anlatır.

Sonuç olarak yaratıcılığı efsanevi, ulaşılmaz, ender görmekten vazgeçip çocuklarımızın, öğrencilerimizin ve en önce kendimizin; her birimizin sahip olduğumuz öz değerlerimize güvenmeli, ileriye bırakacak başka hiçbir gerçek sermayemiz olmadığı için de iyi bakmalı, geliştirmeli, üretmeli ve paylaşmalıyız. Bu yolda yapıcı çalışmaların yolu engelleri yıkmaktan geçiyor: çocukların hayal gücünü, oyunlarını, oyuncaklarını özgür bırakmak; öğrenciliğin deneysel, sorgulayıcı, devingen bir iş olduğunu ve ömür boyu sürdüğünü anlamak;çok sesliliği, farklılığı, katılımı kutlayarak arttırmak; üretmeyi ve paylaşmayı başarı saymak gerek.