Yıldızlara Ulaşmak İstememiz Hayallerimiz ve Aşklarımızdandır

Yıldızlara Ulaşmak İstememiz Hayallerimiz ve Aşklarımızdandır

Sinemada yıldızlar her zaman oldular. Düş penceresinden gümüş perdede hayallarimizle özdeşleşen, bizim adımıza, bizi yerimize kötülerle mücadele eden, aşık olan, kaybeden ve kazanan yine onlar.

Yıldız olgusu sinemamızın en başından beri var. Müslüman kadınların oyuncu olarak ortaya çıktığı dönemde Bedia Muvahhit ortaya çıkar. Muvahhit önce sessiz sinemada Pençe ve Casus filmleriyle öne çıkar. Sonunda Ateşten Gömlek1 te rol arkadaşı Neyyire Neyyir ile birlikte kurtuluş savaşının göbeğinde kitlelerle buluşur. Gabide Sonku ise 1930’larda Muhsin Ertuğml yönetiminde şehidi, Avrupalı ve çekici kadın olarak yıldızlaşır. Sinemamızın toplum katmanlarında popülerleştiği yıllarda ise 1960larda şehirli yıldıza alternatif olarak göçmen, doğal ve esmer yıldız Türkan Şoray ortaya çıkar. Bundan sonrası Yeşilçan’ın altın döneminde ‘4 Yapraklı Yonca’ olarak da bilinen ve Türkiye’de yıldızlığı temsil eden dört ayrı bakış açışım kişiselleştiren kadınlar ünlenir. Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın. Belgin Doruk’u da unutmamak gerek. Onun yanında bir dolu çocuk yıldızı da.

Erkeklerde de durum aynıdır Cüneyt Arkın, Tank Akan, Yılmaz Güney, Ediz Hun, Göksel Arsoy, Fikret Hakan ve Kadir înanır doğruluk, dürüstlük, merdik ve cazibeyi temsil ederler. 1980’ler karşı-yıldızın yıldızlaştığı yıllar. Müjde Ar protest kişiliği ile 1980’lere damgasını vurur. Bununla birlikte Nur Sürer, Lale Mansur, Zuhal Olcay da akademili, tiyatro eğitimi almış, dublaj ile değil kendi sesleri ile oynayan, cesur, gerektiğinde cinselliği gösterebilen bu kadınlar Yeşilçam yıldızlan gibi parlamasa da yeni dönemi temsil eden yıldızlardır. Erkeklerde ise Çetin Tekindor, Fikret Kuşkan, Macit Koper yeni bir yıldız tipini yaratırlar. Onlar kaybedeni, psikolojik olarak zorluk çeken 12 Eylül’ün yabancılaşmış erkekleridir. 1990’lar yeni yıldızlanın üretir; Şener Şen, Okan Bayülgen gerçekten daha gerçek oyuncular olarak efsaneleşirler. Eşkıya ve Ağır Roman’dır onlar. Başkaldıran, her zorluğa göğüs geren ve güzelce kaybeden yıldızlar. 2000’ler ise sinemaya dizi yıldızlarının geçişi ile hayat verir. Sayamayacağımız kadar çoklar onlar. Eski Yeşilçam yıldızlan ile karşılaştırılmıyorlar, onlara saygılılar ama hiçbir zaman görülmediği kadar da popülerler. Artık hem kadın hem erkek yıldızların pazarlanabilen, televizyon ile beslenen imajları var. Dergilerde hayadan takip ediliyor. Televizyon şovlarında her gün boy gösteriyorlar. Bu yıldızların cazibesi nereden geliyor, peki?

Hülya Kofyiğit, Türkan Şoray,  Faima Girik Filiz ,Kenan İmtrzakoğlu, Berrak Tüzünatof, Uğur Tikel, Ctyda Düvenci, Nejat İşler ,Tuba Ünsal

YILDIZLAR VE İŞLEVLERİ: öncelikle yıldız kavramının yaratılmış, inşa edilmiş bir imaj olduğunu vurgulamakta fayda var. Yıldız, Artist, Ses gibi delgilerin ta 196O’lardan beri belli imajları yaratarak yıldız adaylarını yarışmalarla ortaya çıkardıkları biliniyor. Bu dergilerde Amerikanvari tüketim kalıplarım öven bir yaşam tarzı sunulurdu. Günümüzde ise dizilerde sunulan bu şehirli tüketici yaşam tarzım destekleyen, yani hayali yaşam tarzı sunun kişiler yıldızlar, ikinci bir durum ise duygu özdeşleşmesi. Yıldızların ekranda sundukları duygulan bizim duygularımızmışçasına algılıyoruz. Bunun en güzel örneklerinden biri seyircinin dizi ya da film karakterini gerçekmiş gibi algılaması, arkadaşlarına anlatması ve Kurtlar Vadisi örneğinde olduğu gibi dizide ölen karakter için gerçek hayatta mevlüt okutulması, gazeteye ölüm ilam verilmesi gibi durumlardır.

SERİ ÜRETİM ! Yıldızların belli film türleri ve karakterleşme ile seri üretimde bulunması sinema ve televizyon endüstrisine tahmin edilebilen ve paraya dönüştürülebilen bir formül sunuyor. Eğer belli bir insan tipi ilgi getirirse bu tip kopyalanıyor ve varyasyonlarıyla aynı imaj pazarlanıyor. Seyircide bu tipten sıkılma hissine karşı da daha değişikmiş gibi gözüken ama aynının yeni özellik taşıyan türü piyasaya sürülüyor.

İDEOLOJİK ve KÜLTÜREL olarak yıldızların belli kültürel değerleri barındırdığı fikri seyircileri etkiliyor. Yıldızlar modayı tetikleyebiliyor. Ayrıca yıldızların hayatları dedikodu malzemesi oluyor ve bu konuda çıkan dergi ve gazete ekleriyle paparazi ve magazin gazeteciliği üzerinden ilgi buluyor. Hande Ataizi’nin bir estetik operasyon sonrası görüntülenmemde için tuvalet penceresinde sıkışması ve bu sırada o şekilde görüntülenmek istememesinin sebebi de bu. Arzulanan örnek kabul edilen estetik ve fiziksel formata bedenlerini zorlamak zorunda kalan kadın yıldızın altında kaldığı toplumsal ve ideolojik baskının ortaya çıkışı. Benzer şekilde paparazilerin şuur tanımadan takip ettikleri ve Yalın’dan ayrılması ekranlarda neredeyse canlı olarak verilen Tuba Ünsal’ın da bir ikon olarak şekil değiştirmesi ideolojik ihtiyaçların ürünü. Ünsalın yerine göre modern kız (Turkcell reklamları), yerine göre moda ikonu (Küçük Hanımefendi), çapkın şehirli kadın, iyi bir eş/anne ve en sonunda mutluluğu bulmuş bir şehirli yetişkin olarak sunulması aynı ideolojik yelpazenin ürünü.

KARAKTERİN KİŞİLEŞMESİ:

Yıldızların personaları, yani gerçekmiş gibi sunulan ekran kişilikleri seyircinin tatmin ihtiyacına yönelik, örneğin Cüneyt Arkın erkeklik temsili olarak yenilmezlik ve gerçeklik ilkesini en uçlarda yaşayan bir yıldız. Kendi sahnelerini dublörsüz çeken Arkın sahtelik hissini yok etmeye çakşırken defalarca kazalara uğrar ve hastanelik olur. Çünkü yıldızlar dönemlerinin değerlerinin vücutlaşmış hali olarak insanüstü olmalıdır. Onlar bizim tüm güzel özelliklerimizi taşıyan kişiler olarak görülürler. Yıldızlar sürekli gündemde kalma çabalan sonucu kolektif hafızamızda ve tahayyülümüzde isteseler de istemeseler de bizlerin görmek istediği imajlarıyla hafızamızda kalırlar.

HOLLYWOOD YILDIZLARI:

Klasik Hollywood günlerinden bugüne yıldızlar ve hayatları daima tartışmalı bir konudur. Öncelikle sessiz sinema yıllarında skandallar, uyuşturucu kullanımı, alkolizm ve cinayet hikâyeleri yıldızları bitiren darbelerdi. Bu yaşam tarzı zamanla ahlaki olarak kötü örnek görüldü ve film yapımcılarının üzerine gidildi. Hays Yasası olarak bilinen bir hareket ile Hollywood stüdyoları kendi çıkarlarını koruyan ve ekranda iç sansür getiren bir uygulama yaratttılar. Sözleşme ile ellerinde tuttukları yıldızların imajlarını da bizzat kendileri yönettiler. Ancak 1967 sonrası yeni Amerikan bağımsız sineması ile ilginç ve cesur yıldızlar ortaya çıktı. Robert Redford, Paul Newman, Warren Beatty, Julie Christie, Fay Dunaway bu dönemin yıldızları.

Sonuçta yıldızlar gerçeküstü, ideali temsil eden, ideolojik, personaları gerçekmişçesine sunulan endüstriyel imajlar. Aynı kişinin duruma göre farklı sunulabilmesi değişen ideolojilere adapta olmak açısından önemlidir. Örneğin İlk Kan’da otoriteye karşı duran John Rambo’nun, devam filmi olan Rombo’da otoritenin emrinde yok edici bir güç haline gelmesi manidardır. Bu yıldız imgesinden çıkmak isteyen oyuncular gişede riske girmek zorundadır. Tom Cruise iki kere bu tehlikeli yoldan başarı ile yürümüştür. Top Gun filminin Mavarick’i olarak Amerika’nın düşmanlarını yok ederken Paul Thomas Anderson’un Magnolia filminde bencilliğiyle yüzleşmek zorunda kalan bir evlat olarak sanatsal itibar kazanır. Aslında imajında değişen yoktur. O pişman olmayı da becerebilen bir kapitalisttir. 1990’lar bugünde var olan yıldızlar üretti. Brad Pitt, Tom Cruise, Johnny Depp Nicholas Cage arzulanan, imajları kontrol edilen ve filmleri özel olarak seçilen yıldızlar oldular. Kadın yıldızlar ise zamanla daha cesur olabildiler. Günüzde Nicole Kidman, Natalie Portman, Anne Hathaway, Jessica Chastain ve Kirşten Dunst bilinen ve arzulandığı düşünülen ideolojik ve fiziksel kalıpları yıkarak başarıyla sanatçı kimliklerini ortaya koymuşlardır. İstenmeyen harekette bulunan yıldızlara seyirci cezası davar ama gene gönüllerde taht kurabilirler zamanla. Alacakaranlık yıldızı Kristen Stewart önce imkansızı yaptı. Idolleşmiş Robert Pattionso’dan ayrıldı. Sonra da evli bir adamla ilişki kurarak, yuva dağıtan damgası yiyerek şimşekleri üzerine çekti. Kariyerine daha sanatsal filmlerle devam ediyor ve hala ilgi görüyor.

Yıldızlar her zaman var olacaklar, aramızda onlarla kültürel ve nostaljik ilişkiler var. Ancak gerçeği gölgeleyen, ideolojik ve ticari yanı da gözardı etmeden onlara kalplerimizde taht kurmalarına izin vereceğiz.

ROGER EBERT (1942-2013): Amerikan sinema eleştirisine yön vermiş zaman içinde eleştirmenlerin piri olarak dünya sinema eleştirmenlerine de ilham kaynağı olmuştur. 2002 yılından beri tiroid kanseriyle mücadele eden ve son yıllarda konuşmakta zorluk çektiği için ancak internet üzerinden yazmaya devam eden Ebert, geçtiğimiz 4 Nisan’da aramızdan ayrıldı. Son eleştirisini The Host{Göçebe) üzerine yapan Ebert 1967 yılından beri kesintisiz olarak Chicago Sun gazetesinde film eleştirileri yazmaktaydı.

Ebert'in Gene Siskel ile yaptığı sinema üzerine olan program Sneak Previews ve sonradan Atthe Movies günümüzde pek çok sinema programının başlangıcı sayılır. Pauline Kael, Gene Siskel, Leonard Maltin, Andrew Sarris ve Richard Corliss ile birlikte sinema eleştirisinin Amerika’daki en üretken uygulayıcısı olan Ebert aynı zamanda senaristlik de yapmıştır. Russ Mayer’in Beyond the Valley of Dolls kült klasiğini ortak yazarak imza atmıştır. Her yıl yenilenen Film Almanağı, sevmediği filmleri anlattığı kitapları ile zaman içinde bir pop ikonu olan Ebert’i saygıyla anıyoruz.