Birinci Kitap: Sana Söyleyemediğim Her Şey
Aile ve Toplum, Çoçukları Tek Tip Yapmaya Çalışıyor
“Lydia öldü ama henüz kimse bilmiyor...”
Bir dramın başarılı olması, onun gerçekliği ile doğru orantılıdır. Sana Söyleyemediğim Her Şe/i başarılı kılan öğelerden biri de bu. Kurgu ve dil oyunlarının olmadığı kitapta karakterlere ve onların iç dünyalarına yoğunlaşılmış. Konunun naifliği ve yazarın üslubu sebebiyle kitapta üzülmeyeceğiniz, gözyaşı dökmeyeceğiniz bir karakter bulmak ise mümkün değil.
Aile ve toplum baskısının sonuçlarını olabilecek en açıklayıcı ve en dramatik yolla anlatıyor yazar Celeste Ng okuyucularına. Olay örgüsü ana hatlarıyla 1977 yılında geçiyor. Yazar okuyucuları bilgilendirmek ve olayın iç dünyasını göstermek için geçmişten; okuyucuları karamsarlığa boğmamak için ise gelecekten kısa kesitler sonların farklılıklara açık olmayan toplum yapısının, sahip oldukları çocuklarının hayatlarını ne denli yanlış etkilediğini ve onları nasıl yok ettiğini işliyor ve bunu da başarıyor.
Ng’nin üslubundaki başarısının bir diğer kanıtı ise konu geçişlerinin doğallığı. Örneğin kitabın orta yerinde bakış açısının ve anlatıcının değişmesi okuyucuyu rahatsız etmek yerine -kitabın kurgu ve üslup başarısı sayesinde- aksine okuyucunun buna gereksinim duymasını sağlıyor. Kitap karamsarlıkla dolu olmasına rağmen yazarın yazım tarzı okuru bunaltmıyor ya da boğmuyor. Ve tabii duyguları kavramada, kitaptaki her karakteri anlamada, onların iç dünyasına inmede hiçbir zahmet çekmiyor okuyucu. Herşey kendiliğinden oluyor, öyle ki bir bakmışsınız ki üç sayfa önce sizi sinirlendiren, “bu kadar da olmaz” dedirten bir karakter için üzülürken ve hatta onu benimserken buluyorsunuz kendinizi.
İkinci Kitap: 18 Saat
Her İnsan Kendi Hikayesinin Başkahramanıdır
65
“Yaşadığın hayatın üzerinde bıraktığı izleri fark etmek için ölümün soğuk yüzüyle karşılaşmayı bekleme.”
Geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini alan “18 Saat’, yazarının deyimiyle hayatın değerini ve anlamını kavramaya yönelik bir kitap. Söylenecek hem çok şey var hem de hiçbir şey yok, çünkü kitap hem her şey hem de hiçbir şeyi yani hayatı anlatıyor.
Kitapta dil ve kelime oyunları, okuyucunun karşısına fazlaca çıkıyor fakat yazım dili ağır değil, aksine okurken sizi içine çeken bir yalınlığı ve akıcılığı var. Çoğu zaman kurgu birçok okuyucu için en önemli unsurlardan biridir. Bu kitap bu algıyı kırıyor çünkü kitabın derdi kurgu oyunlarıyla okuyucusunu büyülemek değil. Hayat ve onun değeri, insan yaşamı üzerindeki etkilerini okuyucuya aktarmak. Kitap hayatı işlediğinden dolayı içinde pek çok tarih, psikoloji, felsefe ve aşk kavramları üzerinden çıkarımlar, tartışmalar ve iç konuşmalar mevcut. Yazarın bu kavramları tartışma şekli de gayet başarılı. Kavramları bir olaya yedirmektense okuyucusunu oluşturduğu karakterlerin iç dünyasını çekerek her karakterin kendi dünyasından özgün tartışmalarla aktarıyor okuyucusuna.
Tüm bu kavram karmaşası içinde, yaşamın önemini pekiştirmek için kurgulanmış bir hikaye de var fakat bu hikaye okuyucu tarafından çok dikkat çekmiyor çünkü yazarın diğer yazarların kitaplardan yapmış olduğu alıntılar ve altı çizilesi cümleler okuyucuyu kendine çektiğinden hikaye önemini yitiriyor. Bu durum bazı okuyucular tarafından başarısız bulunabilirken, bazı okuyucular için iki konunun aynı derece baskın olmaması kitabı sevme sebepleri olabiliyor. Kitap için kesin olarak söylenecek şeylerden biri ise karakterlerin kitap için önemi. Kitapta yardımcı karakter olgusu mevcut değil, her karakter kitabın başkahramanı ve bu da “Her insan kendi hikayesinin baş kahramanıdır.” cümlesine yapılmış başarılı bir gönderme.
Üçüncü Kitap: Babalar ve Oğullar
Eski-Yeni Kavramları Üzerinden Liberalizm ve Nihilizm
“Biliyor musun ne hatırladım ağabey? Bir kere rahmetli annemle kavga etmiştim, o bağırıyordu, beni dinlemek istemiyordu... Nihayet ona ‘Beni anlayamazsınız, çünkü biz iki farklı nesildeniz. ’ demiştim...”
Ivan Turgenyev’in 1862 yılında kalema aldığı “Babalar ve Oğular yazarın en meşhur eseridir. Döneminin eleştirmenlerinden övgüler alan kitap, bazı yazarlar tarafından kitabın başkarakteri “Uydurma bir kişi” olarak nitelendirilmiş ve eleştirilmiştir.
Belki kitabın adının okuyucunun algısını yönlendirmesinden, belki de dikkatli okunmadığından, çoğunlukla kitapta baba ve oğul arasındaki farklılıkların işlendiği söylenir. Evet, bu kitap hakkında doğru bir açıklama fakat eksik bir açıklama. Yazar açık bir şekilde jenerasyon farklılıkları ve bu konuyla ilgili düşüncelerini eserinde okuyucuları ile paylaşır fakat bu durum kitabın yüzeysel hikayesidir. Kitap jenerasyon farklılıklarını kullanarak okuyucularına iki farklı ideolojinin eleştirisini de sunar aynı zamanda. Eserin nihilizmin temel taşı olarak sayılmasında en büyük hatta belki de tek etken budur. Turgenyev’in kitabında oluşturmuş olduğu “baba” olgusu liberalleri simgelerken “oğul” olgusu ise nihilizmi simgelemektedir. Bu sebepten dolayı kitapa sürekli olarak bir baba-oğul tartışması işlenir ve bunlar bilgiye dayalı tartışmalardır. Okuyucunun bu tartışmaların derinine inebilmesi için bahsedilen ideolojiler hakkında bilgi sahibi olması gerekmektedir.
Yukarıda bahsedilen sebeplerden ötürü okunması ve anlaşılması zor kitaplardan biridir “Babalar ve Oğullar'’. Kitapta okuyucuları zorlayan iki şey ideolojileri kavramak ve kitaptaki eleştirel bakış açısını anlamlandırmak. Tüm bunları yapabilmek için bilgi birikimi gerekli bir unsur. Kitabı okumaya değer kılan öğelerden biri de bu, çünkü yazar okuyucularını hiçbir zorlama olmadan düşünmeye, araştırmaya, öğrenmeye ve eleştirel bakış açısı kazanmaya teşvik ediyor. Dönemin koşulları ise kitaptaki bir diğer önemli konu. Gerek yazarın betimlemelerinin güçlülüğü, gerekse olayları açıklayış şeklinin keskinliği sayesinde okuyucu dönemin şartlarını kavramakta hiçbir zorlukla karşılaşmıyor.
Kitabın amacı bir olayı anlatmaktan çok, var olan gerçeklikleri, ideolojileri tartışmak ve eleştirmek olduğunu belirtmiştik bu da kitabın kurgusu farklı kılıyor. Kitapta bahsi geçen olayların bir başlangıç noktası var fakat olayların sonunu yazar açıkça belirtmektense anahtar kelimelerle okuyucusunun kavramasını bekliyor ve yine bu farklı kurgu şekli nedeniyle, dikkatli okumayı zorunlu kılıyor Turgenyev.
Kitabın iç içe geçmiş iki hikayeyi içinde barındırdığı söylenebilir. Kitabın baş kahramanları Arkadi ve Bazarov’un hayatlarından kesitlerle ortaya çıkarılmış bir hikaye okuyucuyu sunulurken aynı zamanda fikirlerin eleştirildiği, açıklandığı ve incelendiği çok daha derin bir mesajın okuyucuya aktarıldığı karakterlerin iç dünyasında geçen ikinci bir hikaye daha barındırıyor kitap içinde.
Kitapla ilgili ilginç olan noktalardan biri ise nihilist karakter Bazarov’un kendi görüşlerine ters düşen davranışlar sergilemesi ve hatta bazı durumlarda görüşlerini tamamen çiğnemesi, yani yok sayması. Bazarov’un kendi benliği ile girdiği tartışmalarda çoğu kez kendini romantik olmakla suçluyor karakter ve bu da yazarın nihilizme olan yaklaşımı açıklıyor. Yazar bu düşünce akımının bazı yönlerinden etkilenip onu benimserken bazı yönlerini ise eleştiriyor ve onları inkar ediyor.
Nihilizmin temel taşı olarak sayılan “Babalar ve Oğullar” iki farklı düşünce akımını inceleyen, karşılaştıran ve bunu jenerasyon farkı yani eski-yeni kavramı üzerinden anlatan, okuyucularını düşünmeye iten muazzam bir kitap.
Dördüncü Kitap: Karanlık Zihinler
Bir dünyaya uyandık, uyuduk ve sonra başka bir dünyaya uyandık
“Adım Ruby. Hepinizden farklıyım. Aklınızın derinliklerinde gezinebilir, anılarınızı hiç yaşamamışsınız gibi silebilirim.”
Klasiklerini 1984, Fahrenheit 451 gibi kitapların oluşturduğu distopya türü günümüzde özellikle genç yetişkin okuyucular tarafından büyük ilgi görüyor. Şimdilerde hemen hemen tüm yayınevleri bu türde kitaplar basarak okuyucularla buluşturuyor fakat tüm bu kitapların içinden Alexandra Bracken’ın “Karanlık Zihinlerini ayırmak gerek. Okuyucuları tarafından büyük ilgi gören kitap aynı adlı üç kitaplık serinin ilk kitabı.
Bu kitabı diğerlerinden ayıran en ilginç özelliği gerçekçi olması. ilginç bir özellik çünkü yakın zamanda yazılmış distopyalarda gerçekçilik bir unsur değildir hatta gerçekçilikten bir o kadar uzak olmak için bilim-kurgu öğeleri içerir. Konu olarak distopya, gerçekçiliği içinde kolayca barındırabilecek bir kitap türü değil. Yaşanan olaylar genellikle tüm devletlerin katıldığı, dünyanın görmüş olduğu en büyük savaştan sonra geriye kalmış insanların kurduğu, sert ve acımasız kurallarla yönetilen devletlerde geçer. Fakat bu kitapta yaratılan dünya gerçekçi. Bu gerçekçiliği başarmasının sebebi ise yazarın kitabın dünyasını oluştururken fizikten yardım alması. Okuyucu kitabı okurken sürekli olarak yarın böyle bir dünyaya uyanabilme olasılığını hissediyor ve bu olasılığın yüksekliğinin bilincinde; bu da kitabı ürpetici ve etkileyici kılıyor.
Olaylar çocukları etkileyen Idiyopatik Adolesan Akut Nörodejenerasyon (IAAN) olarak adlandırılan bir hastalığın oluşması ile başlıyor. Dönemin çocuklarının yarısı bu hastalık sebebiyle öldükten sonra hayatta kalan çocuklar ise devletin özel olarak hayatta kalan çocukları bulmak ve avlamak için oluşturduğu “PSI Özel Kuvvetler” ekibi tarafından toplumdan uzaklaştırılıyor ve ülkenin çeşitli yerlerinde bulunan toplama kamplarına gönderiliyorlar ve bunu yaparken PSI’ya yardımcı olan kişiler ise çocukların aileleri. Bunun sebebi ise devletin yaratmış olduğu korku politikası. Bu politika hastalıktan etkilenmeyen çocukların toplum tarafından bir canavar olarak algılanmasını sağlıyor. Toplama kampları ise özellikle hayatta kalan çocukları kontrol etmek, onların düşünmelerini ve yeteneklerini keşfetmelerini engellemek için yapılandırılmış. Bu sebepten ötürü çocuklara bu kamplarda birçok yorucu ve zorlayıcı işler yaptırılarak kendilerini tanıma, kapasitelerini algıma olasılığının ortadan kaldırılması sağlanıyor. Maviler, yeşiller, sarılar, turuncular ve kırmızılar olarak sınıflandırılan çocuklardan en çok korkulanlar ise kırmızılar ve turuncular. Yazarın yazım diliyle ustaca ve oluşturduğu bu karanlık ve sert dünya nedeniyle okuyucu çocuklara yapılanları büyük bir üzüntü ve korkuyla okuyor.