Onunla karşılaştınız. Kalbiniz atmaya başladı, avuç içleriniz terliyor, midenizde hafif bir ağrı hissi var, yüzünüzde hafif pembelikler oluşuyor ve bütün vücudunuz karıncalanıyor. Akşam yemeğe çıktınız kendinizi kuşlar kadar hafif hissediyorsunuz, arkadaşınızı evine bırakıyorsunuz ve o sizi öptüğünde siz tamamen dağılıyorsunuz. Çok yiyemiyorsunuz, uyuyamıyorsunuz ama kendinizi daha enerjik hissediyorsunuz.
Sonuç: Siz aşıksınız.
Bütün bu olayların arkasındaki gerçek, beyninizde gerçekleşen bir dizi kimyasal olaylardır. Sizi bu duygusal ve fiziksel tepkileri vermeye yönlendirmiştir. Beynimizde yaklaşık 100 milyar nöron (sinir hücresi) beynin haberleşme ağını oluşturur. Son yapılan araştırmalar göstermiştir İd beynimizde 6O’ın üzerinde nöropeptid, nörotrans- mitter (nöronlar arasındaki iletişimi sağlayan moleküller) ve hormonlar vücudumuzda gerçekleşen bu hissi tepkileri kontrol ederler. Bu yoğun hisler çok karmaşık olmasına karşın, bugünkü kimyanın ulaştığı bilgi seviyesi ile anlaşılır bir şekilde açıklanabilmektedir.
İki sinir hücresinin iletişimi sırasında gerçekleşen kimyasal olaylar gösterilmektedir. İki insan arasında kimya uyuştuğunda önce beynimizde beyin sinir hücrelerini etkileyen bazı hormonal değişiklikler, daha sonra da vücudumuzu etkileyen bir takım zincirleme kimyasal tepkimeler başlar.
Sinirlerarası iletişim : Bu kimyasallardan en çok bilineni, beynimizde yerel ve doğal olarak üretilen, feniletilamindir (FEA). Bu kimyasalın üretilmesi için aşkınızla göz göze gelmeniz veya elini tutmanız yeterli olabilir. Her ne kadar birçok gıdada (örneğin çikolata) bu aminin varlığı bilinse de gıdalardan alman FEA’nrn sindirim sisteminde metabolize edildiğinden beyne ulaşması çok zordur. Beynimizde yerel olarak üretilen FEA dopaminin reseptörüne bağlanarak keyif veren amfetamin (narkotik hap), molekülünün yaptığı dürtüyü (stûnülasyonu) yaratır. Aşkın kimyasını başlatan da bu maddedir, örneğin, bu size bütün gece uyumadan aşkınızı düşünecek onunla konuşacak enerjiyi verir.
Üretilen FEA diğer bir nörotransmitter olan dopaminin serbest bırakılmasını sağlar. Son yıllarda Emory Üniversitesinde tarla fareleri (prairie vole) üzerine Larry Young’ın yapmış olduğu bir çalışmada dişi farelerin beyinlerinde üretilen dopamin miktarına paralel olarak eşleştikleri tespit edilmiştir. FEA maddesini üreten genin susturulduğunda ise eş seçiminin durduğu bulunmuştur.
Beyinde üretilen dopamine netice olarak ‘bağlılık hormonu’ dediğimiz oksitosin hormonunun salgılanmasını tetikler. Bu hormonun daha çok çocuğunu emziren annelerde yüksek olduğu tespit edilmiştir. Hormonun diğer bir özelliği de aile bağlarını kuvvetlendirme ve ‘sarılma5 duygusunu artırmadır. Yine aynı şekilde tek eşli olarak bilinen tada farelerinde bu hormonun genetik olarak salgılanması durdurulduğunda annelerin yavrularına karşı ilgilerinin kaybolduğu ve poligamik ilişkilerin arttığı gözlenmiştir. Hülyalara dalmamızı sağlayan diğer bir kimyasal ise norepinefrindir (noradrenalin) ve adrenalin miktarının artırılmasını sağlayarak kalp atışlarımızı hızlandırır.
Bunlara ilaveten aşk sırasında yüksek seviyede görülen diğer bir kimyasal da serotonin molekülüdür. Serotonin seksüel enerjiyi, hissi durumu, arzu ve iştah durumunu düzenler. Düşük serotonin seviyesi huzursuz, sinirli ve depresif ruh haline sebep olur. Sindirim sistemindeki kas hareketlerini yönetir, ağrı hissini düzenler ve iyi uyumamızı temin eder.
BALAYI DÖNEMİ NE ZAMAN SONA ERER?
Bu konuda araştırma yapan bilim insanları bu zaman diliminin 2 ile 4 yılın sonunda azalabileceğim ve bünyenin bu aşk kimyasallarına direnç kazanacağını söylemekteler. FEA direnci oluşunca tutkulu aşk kendisini daha sakin ‘bağlılık’ duygusuna bırakmaktadır. Bu evrede beyin endorfin denen bir hormon üretmektedir. Endorfin beyinde morfin etkisi yaratarak ‘FEA tersine’ daha sakin bir duygu, ağrı ve endişe azaltıcı bir etki yaratır.
Bütün bunların yanında bu konuda çok tanınmış bilim insanlarının hemfikir olduğu bir konu da her şeyin tamamen kimyaya bağlı olmadığıdır. Kişilerin içinde bulunduğu kültürel yapı, şahsiyet ve diğer değişkenler de aşkın kimyasına etki etmektedir. Diğer bir konu da yukarıda sayılan hormonların, nörotransmitterlerin ve aşk kimyasallarının dışarıdan alındığında faydasının olmadığıdır. Kendinizi hayatın doğal akışına bırakın beyniniz sizin için gerekli olan aşk kimyasallarım üretir.
AŞKIN TEŞHİSİ VE ÇARESİ VAR MI?
Bu sorunun cevabını Ibn-i Sina’nın (980-1037) önermiş olduğu bir
tedavi yöntemiyle vermek istiyorum. Ibn-i Sina, Batılılar’ın ismini
Avi Cenna diye Latince’ye çevirdikleri asrın en büyük tıp
bilginlerindendir. Yazmış olduğu Tıbbın Kanunu adlı kitabı Batı
dillerine çevrilerek yüzyıllarca tıp fakültelerinde okutulmuştur.
Konumuzla ilgili olan hikâye ise şu şekildedir:
Ibn-i Sina döneminde var olan Cürcan Hükümdan’nın oğlu hasta
olup yatak döşek yatmaktadır. Saray hekimleri genç çocuğun derdine
bir türlü çare bulamamaktadırlar. Çocuk sararıp solmakta, babası da
bu durumda son derece üzgün ve çaresiz kalmaktadır. Sonunda
saray hekimlerindeb birinin önerisi ile Ibn-i Sina’nın bu derde çare
bulacağı söylenir. Hükümdar derhal adamlarını göndererek Ibn-i
Sina’yı sarayına davet eder ve durumu anlatır. Ibni Sina çocuğu ilk
gördüğünde hemen hastalığı kafasında teşhis eder. Ama emin olmak
için de bir test yapar. “Bana çevreyi iyi tanıyan bir insan getirin” der:
hemen getirirler. Adama bana çevre şehirlerini tek tek say der ve bu
arada çocuğun nabzını ölçer. Bir şehrin ismi geçtiğinde çocuğun
nabzında önemli bir hızlanma tespit eder. “Tamam” der; “şimdi bana
bu şehrin sokaklarını iyi bilen bir insan getirin.” Getirirler, sokaklar
sayılırken yine bir sokak ismi geçince çocuğun nabzı yükselir. Aynı
şekilde sokaktaki ev tespit edilir ve evdekilerin ismi sayılır. Bir kızın
ismi geçince çocuğun nabzı yükselir, yüzü kızarır ve utanarak yorganı
yüzüne çeker. Hükümdar Ibn-i Sina’nın cevabını merakla
beklemektedir. Ibn-i Sina hükümdara çocuğunun derdinin aşk olduğu,
aşkın çaresinin maşuk olduğunu söyler. Aşık ile maşuk bir araya
gelir ve çocuk sağlığına kavuşur.