İstanbul’da Avrupalı Kadın ve Ev: Konut Mekânları Üzerinden Bir Kimlik Okuması

İstanbul’da Avrupalı Kadın ve Ev: Konut Mekânları Üzerinden Bir Kimlik Okuması

Kadir Has Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Yrd. Dog. Dr.

Didem Kılıçkıran’ın ARDEB 3501 ‘Ulusal Genç Araştırmacı Kariyer Geliştirme Programı’ kapsamında 2013 yılı 1. döneminde yaptığı “İstanbul’da ‘Avrupalı’ Kadın ve Ev: Konut Mekânları Üzerinden Bir Kimlik Okuması” başlıklı proje başvurusunun TÜBİTAK tarafından desteklenmesine karar verildi. (Ekim 2013-Ekim 2015)

 

Küreselleşmeyle birlikte dünyada yaşanmakta olan en önemli toplumsal olgulardan biri haline gelen uluslararası/ötesi insan hareketi, artan yoğunluğu ve çeşitliliğiyle sadece klasik göç kategorilerinin değil, mekân, insan ve kimlik ilişkisine dair yerleşik kabul ve anlayışların da sorgulanmasına neden olmuştur.

1990’lı yılların ortalarından beri sosyal ve beşeri bilimler altındaki birçok disiplinde, özellikle 20. yüzyılın ikinci yansında milliyetçi ve ırkçı hareketlerin, ayrımcı politikalar ve baskıların, etnik çatışmaların ve doğal felaketlerin yol açtığı büyük ölçekli göç olgusunun yanı sıra eğitim, daha iyi iş imkanları ve yaşam şartlan amacıyla giderek artan insan dolaşımının bireyler, yerler ve kimlikler arasındaki ilişkilerin de değişmesine yol açtığı savunulmuştur. Bu süreçte hiç kuşkusuz en çok tartışılan kavramlar ‘yer’ (place) ve ‘ev’ (home) kavramlandır. Kimi kuramcılara göre kimlik ve mekân arasındaki ilişkiyi en güçlü biçimde işaretleyen bu kavramlar insanlığın bugünkü durumunu anlamak ve yorumlamak için uygun değildirler. Onlara göre artık ‘yer’ler yoktur; çağımız ‘yersizliğin’, Edvvard Said’in sözleriyle “mültecinin, yerinden olmuş insanın, kitle göçünün çağı’dır (1992: 357). Kimilerine göre ise hareketin ve hareketliliğin egemen olduğu bir zamanda ‘yer’i ve ‘ev’i, kabul görmüş “yer’ ve ‘ev’ tanımlarındaki sınırlan belli bir coğrafyaya aidiyet ve süreklilik gibi kabullerin aksine, harekete ve değişkenliğe referansla tekrar tanımlamak gerekir. Bu yaklaşım ‘yer’e aidiyete bağlı, dolayısıyla değişmez bir kimlik anlayışı yerine kimliği akışkan ve sürekli değişim içinde olan bir olgu olarak tekrar tanımlamak gerekliliğini de beraberinde getirir.

Son yıllarda göç ve kimlik üzerine tartışmaların kuramsal çerçevesini kuran ‘diaspora’ ve ‘ulusötecilik’ (transnationalism) kavranılan da bu tür bir anlayışa işaret eder. Diaspora, yaşanan ve ait hissedilen coğrafyaların birbirinden kopuşunu ifade ederken (Gilroy 2000: 124), ulusötecilik, coğrafi yerlerin şuurlarım aşan çoklu ve karmaşık aidiyet biçimlerini anlatır (Glick Schiller, Basch, ve Szanton Blanc 1992). Bu kuramsal çerçeveye dayanan çoğu tartışmada ise ‘yer’ ve ‘ev’ ya maddi bileşenlerinden koparılmış, ‘yer’e bağlı ve değişime direnç gösteren kimlikleri tanımlamak için kullanılan mekânsal metaforlar olarak, ya da göç sürecinde geride bırakılan ve nostaljiyle hatırlanan coğrafyaları simgeleyen kavramlar olarak karşımıza çıkarlar.

Göç, hiç kuşkusuz, hem gündelik yaşam mekânlarını, hem de sembolik aidiyet mekânlarım ifade eden ‘yer’ ve ‘ev’ kavramlarına meydan okuyan bir olgudur. Fakat tam da meydan okuduğu bu kavramlara dair önemli bir çelişkiyi de içerir: yerinden ayrılma tecrübesi yerleşme arzusunu, yeni mekânsal aidiyetler kurma isteğini de beraberinde getirir. Göçe dair bu çelişki göç ve kimlik ilişkisi üzerine öncü çalışmaların bazılarında da ifade edilmiştir. Fakat göç eden bireylerin veya toplulukların gündelik yaşamlarında bu isteğin nasıl maddeleştiği, yaşadıkları yeni mekânlara nasıl yansıdığı ve gündelik yaşam mekânlarının göçten sonra kimliklerin tekrar kurgulanma ve ifade edilme sürecinde nasıl bir rol oynadığı üzerine araştırmalar halen oldukça azdır. Var olan çalışmalara bakıldığında ise henüz pek az araştırmacının özel yaşamların sınırlandırdığı konut iç mekânının, yani ‘ev’in kapılarını aralamış olduğu görülmektedir. Gündelik yaşamın önemli bir kısmının bu özel alanda geçtiği düşünüldüğünde, evin kapalı kapılan ardındaki yaşama dair bilginin yetersizliğinin göç ve kimlik ilişkisini çözümlemeyi amaçlayan çalışmalar açısından önemli bir eksiklik olduğu ortaya çıkmaktadır (Kılıçkıran 2010).

TÜBİTAK ARDEB 3501 ‘Ulusal Genç Araştırmacı Kariyer Geliştirme Programı’ kapsamında 2013 yılı 1. döneminde başvurusu yapılan ve Temmuz 2013’te desteklenmesine karar verilen bu araştırma projesi, yukarıdaki çerçeveden hareketle ve Türkiye’de çok yakın dönemde gelişen ve sosyal bilimler alanında henüz pek az çalışılmış olan ‘tersine göç’ olgusuna odaklanarak, eğitim, iş veya macera amacıyla İstanbul’a gelip yerleşmiş Avrupa vatandaşı kadınların konut mekânları üzerinden bir kimlik okuması yapmayı hedeflemektedir. Araştırmanın temelinde kadınların yaşadıkları konut mekânlarım ‘ev’ haline getirme (yani geçici bir süreliğine de olsa kendilerine ait olan, kendilerini yansıtan bir ‘yer’ duygusu oluşturma) sürecini anlamak ve bu süreçte hem kolektif kimliklere ait öğelerin, hem bireysel yaşam hikayelerindeki süreklilikler ve kırılmaların, hem de yeni bir toplumsal çevrenin parçası olma sürecinde oluşturulan yeni aidiyet örüntülerinin izlerini sürmek yatmaktadır. Kadınların İstanbul’daki yeni yaşamlarım nasıl anlamlandırdıkları; içinde yaşadıkları kentsel çevreye nasıl yaklaştıkları ve bu çevre içinde kendi mekânsal sınırlarını nasıl belirledikleri; geçmiş yaşamlarına dair anıları; gelecekleri için planlan; ‘yer’e bağlı olduğunu düşündükleri ve özellikle mekân kullanım pratiklerini örgütleyen gelenek ve alışkanlıklara! göçle birlikte ne kadarını geride bıraktıktan, ne kadarım İstanbul’daki yeni yaşamlarına taşıdıkları ve tüm bunların bir gündelik yaşam ve mahremiyet mekânı olarak evin sınırlarının kurulmasına, mekân kullanımına, sergilenen, korunan ve saklanan nesnelere, özel yaşamın sahnesini oluşturan eşyalara ve onlara verilen anlamlara, ve ev içi gündelik yaşam rutinlerine nasıl yansıdığı projenin temel sorulandır.

İstanbul’da farklı nitelikteki kentsel çevrelerde yaşayan 25-40 yaş arasında 20 Avrupalı kadınla evlerinde yapılacak derinlemesine görüşmeler ve mekân kullanımına yönelik gözlem ve analizler gibi etnografik yöntemlere dayanan proje, göç ve kimlik ilişkisi üzerine halen gelişmekte olan akademik literatürün yanı sıra farklı disiplinler arası çalışma alanlarına da katkı yapmayı hedeflemektedir. Bunlardan birincisi son yıllarda sosyal bilimlerde ‘ev’e karşı ilginin hızla artmasıyla oluşan çalışma alanıdır. Antropoloji, kültürel coğrafya ve mimarlık gibi birçok disiplinin, özellikle de maddi kültür alanında çalışan araştırmacıların katkılarıyla gelişen ve ev mekânına ve onunla yakından ilgili ‘domestisite’ olgusuna odaklanan bu alan, sosyal disiplinlerde daha önce göz ardı edilmiş evin toplumsal ve mekânsal olguları anlamak için en zengin alanlardan biri olduğunu ortaya koymuştur. ‘Home Cultures’ başlıklı, sadece ev mekânına odaklanan bir derginin 2002’de yayma başlaması ve bugüne değin evin bireylerin hem kendileri hem de içinde yaşadıkları sosyo-kültürel ortamla ilgili kurgu ve düşüncelerini, toplumsal ilişkilerini, inançlarım yansıtan ve bunların kurulmasında asal bir rol oynayan bir alan olduğunu gösteren birçok araştırmayı bir araya getirerek zengin bir kaynak haline gelmesi bu hızla artan ilginin en önemli kanıtıdır. Göç ve yeni bir toplumsal çevreye yerleşme sürecinde kimliklerin kurgulanma ve ifade edilme biçimlerini ev mekânlar ve mekânsal pratikler üzerinden tartışacak olan proje, bu yeni ilgi alanından ilham almakta ve bu alana özgün bir katkı yapmayı amaçlamaktadır.

Önerilen proje kadınların göçmenlik deneyimlerine odaklanarak toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarına ve güncel feminist literatürdeki mekânsal söylemlere katkıda bulunmayı da hedeflemektedir. Kadınlar neredeyse 1980’lere kadar göç üzerine yapılan akademik çalışmalarda hemen hemen görünmez konumdayken, 80’lerden beri bu durum önemli ölçüde değişmiş, göç ve toplumsal cinsiyet üzerine çalışan farklı disiplinlerden araştırmacıları bir araya getiren ve kadınların da göç ve yerleşme sürecinde aktif özneler olduğunu vurgulayan zengin bir çalışma alanı oluşmuştur (Gabaccia 1991; Morokvasic 1984). Yine de, göçmen kadınlara odaklanan çalışmaların çoğunluğunda, kadınların göç deneyimleri göç ve özgürleşme (emmcipatioıi) arasında doğrudan bir ilişki olup olmadığı sorusu etrafında biçimlenen bir modernist çerçeve ile gölgelenmiştir. Kadınların göç öncesi ve sonrası statülerinin ‘geleneksel’ ve ‘modern’ gibi ikili karşıtlıklara referansla tartışıldığı bu çerçevede, ‘geri’ ve ‘baskıcı’ olarak nitelenen göç veren toplumdaki cinsiyet normlarından en ufak bir sapma göç edilen yere uyum sağlandığının göstergesi olarak düşünülmüştür. Ayrıca bu çalışmaların çoğunda görülen evin dışında ücretli çalışmanın kadını özgürleştireceği varsayımı, kadınların göç ettikleri yerdeki ücretli çalışma durumlarına odaklanılmasına yol açmış ve kadına özel olan gündelik yaşam deneyimleri ve pratiklerinden çok kadınların yaşamlarının erkeklerin yaşamlarına benzeyen yanlarına vurgu yapılmıştır (Kadioglu 1994).

Bu durum kuşkusuz toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalan alanında etkili olan feminist söylemlerin ‘ev’ mekânına ve aidiyeti simgeleyen bir kavram olarak ‘ev’e karşı oldukça negatif tutumuyla da ilişkilidir. Kadın, ‘ev’ ve kimlik arasındaki ilişki 20. yüzyılın ikinci yansında feminist düşüncenin toplumsal cinsiyet rolleri ve ideolojileri ile mekân ve yer arasındaki bağlan çözümlemek üzere ürettiği tartışmalarda önemli bir alt başlık olagelmiştir. Batılı feminist yazarlar ev mekânını kadının ezildiği, kendi benliğine yabancılaştırıldığı, kimliğinin toplum tarafından ona dayatılan rollerle sınırlandırıldığı ve toplumda kendi başına var olabilecek bir birey olabilmekten alıkoyulduğu bir yer olarak görmüş, kadının toplumsal bir birey olarak kendi kimliğini ancak evi ve bu özel alanla ilişkilendirilen rollerini terk ederek, kendine kamusal mekânda bir yer edinerek elde edebileceğini öne sürmüşlerdir (bkz. de Beauvoir 1952; Friedan 1963). 1960 ve 1970’lerde ‘İkinci Dalga Feminizm’ akımının etkisiyle gelişen bu söylem feminizmin ataerkil cinsiyet normları ve ideolojileriyle verdiği mücadelesindeki en önemli araçlarından biri olarak görülmüş ve feminizmin asal görevlerinden birinin kadınla ev arasındaki güçlü bağı kırmak olduğu savunulmuştur (Johnson 2004; Young 2005). 1990’lardan beri ise bu söylem yukarıda özetlenen küreselleşme tartışmaları bağlamında kimliği yere bağlı referanslarından koparıp ‘hareket’, ‘yolculuk’ ve ‘göç’e referansla tanımlayan söylemlerle birlikte yeni bir ivme kazanmıştır. Bu çerçevede ‘ev’in daha genel anlamda ifade ettiği ‘yer’ kavramı sıkça sorgulanmış, ‘yer’in aslında toplum tarafından kadına dayatılan kimliğin ta kendisi olduğu, dolayısıyla kadının özgürleşebilmesi ve kendi benliğini keşfedebilmesi için ait olduğu yeri, ‘ev’ini terk etmesi gerektiği savunulmuştur. Oldukça soyut görünen bu söylemde de, ‘ev’in yine maddi ve mekânsal bağlam ve içeriğinden koparıldığı, sınırlan tanımlı aidiyetleri, değişikliklere kapalı kimlikleri ve apolitik bir varoluş biçimini temsil eden bir metafor olarak kullanıldığı ve hareketin ve göçün kadım özgürleştirici olgular olarak kutlandığı görülmektedir (bkz. De Lauretis 1990; Honig 1994; literatür analizi için bkz. Kilickiran 2013).

Önerilen proje bu söyleme karşı eleştirel bir konumda durmakta, yine feminizm içinden gelişen karşıt söylemlerin önerdiği gibi ‘ev’e yönelik neredeyse düşmanca bu duruşun ve genel anlamda hareketin kutlanışının farklı kadınlık deneyimlerinin, gerçek bağlamların ve mekânsal pratiklerin üstünü örttüğü anlayışına dayanmaktadır (bkz. Pratt 1999; Young 2001). Toplumsal bağlamın kendine has dinamikleri ve farklı kadınlık deneyimlerimden bağımsız olarak ne kadın ve ev, ne de insan ve mekân arasındaki ilişkinin kişisel ve toplumsal anlamlarına dair kesin sonuçlara varılabilir. Ancak mekânsal sınırların kim için ne ifade ettiğinin ve bu sınırların hangi pratiklerle, nasıl ve neden çizildiğinin anlaşılmasıyla bireylerin ve kimliklerin toplumsal mekânda konumlanmaları üzerine söz söylemek mümkün olabilir.

Dolayısıyla, hem göç ve kadın üzerine gelişen literatürün, hem de feminist literatürdeki ‘ev’, kadın ve kimlik tartışmalarının geleceğini farklı sosyo-kültürel gruplardan, farklı kadınlık deneyimlerine ve farklı hareket özgürlüklerine sahip olan, farklı göç süreçleri yaşamış kadınların mekânsal aidiyetler kurma süreçlerine odaklanan çalışmalar belirleyecektir. Sosyal bilimlerde henüz pek az çalışılmış olan ‘tersine göç’ deneyimine odaklanan projenin bu anlamda literatüre önemli bir katkı yapacağı umulmaktadır.

Kaynaklar:

De Beauvoir S., The second sex. Random House, New York (1952).

De Lauretis T., Eccentric subjects: feminist theory and historical consciousness, Feminist Studies, 16,1, 115-150 (1990).

Friedan, B., The Feminine Mystique, Harmondsvvorth, Penguin (1963).

Gabaccia D., Immigrant vvomen: Novvhere at home?, Journal of American Ethnic History (Summer), 61-88 (1991).

Gilroy, P. The Black Atlantic. Modernity and Double Consciousness, London, Verso (1993).

Glick Schiller N., Basch L., Szanton Blanc C. Transnationalism: A new analytical framevvorkfor understanding migration, Tovvard a Transnational Perspective on Migration, ed: Glick Schiller, Basch L., Szanton Blanc, C., New York Academy of Sciences, New York (1992).

Johnson L., Llyod J., Sentenced to everyday life: feminism and the housevvife, Berg, Oxford (2004).

Kilickiran D., Woman, home, and the question of identity: A critical revievv of feminist literatüre, Kadın / Woman 2000 - Journal for VVomen’s Studies, XIV(1): 1-28..

Said E., Reflections on exile, Out There: Marginalization and Contemporary Cultures, ed: Ferguson R., Gever M., Minh-ha T., West C., The New Museum of Contemporary Art and MIT Press, New York (1992).

Honig B., Difference, dilemmas and the politics of home, Social Research, 61,3, 563-97 (1994).

Morokvasic M., Birds of passage are also vvomen, International Migration Revievv, 18, 886-909 (1984).

Pratt G., Geographies of identity and difference: Marking boundaries, Human Geography Today, ed: Massey D., Ailen J., Sarre P., Polity Press, Cambridge (1999).

Young I. M., On Female Body Experience: ‘Throvving Like a Girl’ and Other Essays, Oxford University Press (2005).